20 Haziran 2017 Salı

Söz Hayır Meclislerinde

Bugün Hayır Meclisleri’nin 18 Haziran Pazar günü İstanbul’da Kenter Tiyatrosu’nda yaptığı buluşmanın Sonuç Metni’ni  ve tartışmalarının özetini yayınlamak en doğru iş olacak.
Benzeri meclislerin her yerde örgütlenmesine çalışılmalı.
Buna kendi çapımızda bir katkıyı ancak bu meclisler, çalışmaları ve kararları hakkında okuyucularımızı bilgilendirerek yapabileceğimizi düşünüyoruz.
Aşağıda bu metinler yer alıyor.

19 Haziran 2017 Pazartesi

Sahada Olmak ve HDP’nin Yanlışı

Kılıçdaroğlu’nun başlattığı yürüyüş karşısındaki tartışmalara bakınca, yeni kuşakların, bizler için birer aksiyom olan kimi alfabetik önermeleri bile bilmediği görülüyor.

Bu nedenle, klasik sosyalist geleneğin “her zaman taze” (evergreen) kimi kabullerini hatırlatmak yerinde olacaktır.

Halk özellikle eski uygarlık beşiklerinde, yani Türkiye gibi Şark despotluklarında örgütsüzdür.

16 Haziran 2017 Cuma

“Adalet” Yürüyüşü, CHP’yi Eleştirmek ve HDP

Bir devrimci, bir Marksist düşmanlarını eleştirmez, dostlarını eleştirir. Eleştiri dostlara yapılır, dostluğun ifadesidir. “Eleştiri silahı” dostlara yöneltilir. Çünkü “eleştiri silahı” birine yöneltildiğinde onu öldürmez, geliştirir.

Bu nedenle, bir devrimci, bir Marksist “eleştiri silahını” düşmanlarına yöneltmez, düşmanlarını eleştirmez.

Düşmanlara karşı “Eleştiri silahı”na değil; “Silahların eleştirisi”ne başvurulur, yani onlarla mücadele edilir, onlara karşı savaşılır, onlar zayıflatılmaya ve yenilmeye çalışılır.

12 Haziran 2017 Pazartesi

Devrimi Korkaklar Yapar – Korkakların Sokağa Çıkması İçin Ne Yapmalı?

Türkiye sosyalist ve devrimci hareketinde garip bir anlayış var: hep kahramanlık ve fedakârlıklar üzerinden bir yarış, eylemlerin ve mücadele biçimlerinin buna göre belirlenmesi.
Unutulan bir şey var: Bırakalım devrim gibi devasa değişiklikleri bir yana, toplumdaki küçük iyileştirmeler, küçük demokratik hak kazanımları veya küçük ekonomik ve sosyal kazanımlar için bile, en az on binlerce, milyonlarca insanın eylemi veya ağırlığını belli bir tarafa koyması gerekir.
Ama milyonlar korkaktır.
Milyonlar polisin saldırıları veya tutuklama tehditleri altında sokağa çıkmaya cesaret edemez.
Çünkü örgütsüz insan korkak olur.
Ama örgütleme ve örgütlenmenin bizzat kendisi de devletin esas saldırı noktası olduğundan, şöyle bir açmaz ortaya çıkar: İnsanlar örgütsüz oldukları için korkarlar ve korktukları için de örgütlenemezler. Örgütsüzlük ve korkaklık birbirini besler.

10 Haziran 2017 Cumartesi

Dört Yıl Önce Dün Gezi’ye Önerilen Program

Dört yıl önce, 9 Haziran 2013’te Gezi’nin onuncu gününde, Gezi Hareketine aşağıdaki yazıda bir program öneriyor ve onu bir program tartışmasına çekmeye çalışıyorduk.
Gezi’nin o zamanlar böyle konulara kulakları tıkalıydı, kendisiyle sarhoş olmuştu.
Ne Taksim Dayanışması’nın, ne orada etkili olmaya çalışan sosyalist ve sol hareketlerin böyle bir perspektifi yoktu.
Gezicilerin alıcıları henüz bizim yayınlarımıza rezonans gösterecek frekansta değildi.  Bu nedenle bu yazılanlar uzayın sağır boşluklarında kaybolup gittiler.
Gezi şimdi, HAYIR hareketinin ortaya çıkardığı, küçük ama önemli HAYIR meclislerinde tam da bu sorunları yavaş yavaş gündemine almaya başlıyor.
Bu momentte o zamanlar yankısız kalmış, olmamışa dönmüş bir yazıyı tekrar yayınlayarak. hem HAYIR meclislerinde ufaktan başlama eğilimi gösteren tartışmaya; hem de Gezi’nin bir bilançosunun çıkarılmasına, yani eksiklerinin daha iyi görülmesine ve giderilmesine bir katkıda bulunmayı deneyelim.

31 Mayıs 2017 Çarşamba

“Boynuna O Kırmızı Fuları Bağlama Çocuk (…) Vurulursun” Gezi’den ve Rojava’ya

Gezi kuşağının en iyileri Rojava’ya gidiyorlar ve orada ölüyorlar.
Nejat’ta’tan, Kader’e; Ulaş’tan, “kırmızı fularlı” Deniz’e.
Çoğunun adını bile hatırlayamıyoruz.
Çoğu çocuğum ya da torunum olacak yaşlarda.
Bazılarını görmüşlüğüm ve tanımışlığım da var.
Marks bir yerde hiçbir herhangi bir dönemin onun kendisi hakkındaki yargılarıyla yargılanamayacağını söyler.
Gezi’nin en iyilerinin Rojava’daki ölümlerinin sembolik anlamı üzerine düşünelim “kırmızı fularlı kız”ı hiç olmazsa böyle uğurlayalım.
*
Gezi kuşağı bir teorik mirastan yoksundu.
Çocukluğunu Doğu Avrupa’nın çoküşünde, Türkiye’de özel savaş rejiminde yaşamıştı.
Bir teorik miras bir yana, teorinin bile kategorik olarak hor görüldüğü; komplo teorileine dayanan enayiler teorisyenliğinin teori sanıldığı; dine ve dile dayanan milliyetçiliklerin Orta Asya’dan Balkanlar’a; Baltık’tan Afrika’ya tüm dünyayı kapladığı bir dönemde dünyayı algılamaya başlamışlardı. Bu bakımdan çok şanssızdılar.

30 Mayıs 2017 Salı

Gezi’nin Yeni Bir Yıl Dönümünde Bir Kez Daha “La İlahe İllallah”

La İlahe İllallah” başlıklı yazımızı 2004 yılında yazmıştık.
Sonra bu yazıyı “Marksizmin Marksist Eleştirisi” başlıklı kitabımızın son yazısı olarak 2007 yılında tekrar yayınlamıştık.
Bu yazıyla yaptığımız ya da yapmaya çalıştığımız, teorik düzeyde gerçek bir devrim anlamına gelen, 2004 yılında ilk kez formüle etttiğimiz Marksist Ulus ve Din Teorilerinin programatik sonucunu, kolay anlaşılır bir şekilde ama İslam’ın vokabüleriyle (ya da “söylemiyle” diyelim) açıklamaktan başka bir şey değildi.
Tabii bunu yaparken aynı zamanda dinlerin ve özellikle de İslam’ın Marksist bir açıklamasını, diğer bir ifadeyle, beş bin yıllık uygarlıklar tarihinin kısa bir özetini ve açıklamasını da sunmuş oluyorduk.
Bu yazı bir bakıma, Marksizmin arada kat ettiği teorik ve kavramsal birikime dayanarak, Komünist Manifesto’nun yeniden yazılmasından başka bir anlama gelmiyordu.