29 Kasım 2013 Cuma

Bir Teorisyen Olarak Öcalan ve Komünden Uygarlığa Geçiş Olarak Kürt Hareketi

(Aşağıdaki yazıyı “Öcalan’ın savunması Üzerine Notlar” başlığı altında 2002 yılında yazmıştık. Yazıda görüleceği gibi Öcalan’ın çok önemli ve ciddi bir teorisyen olduğunu söylüyor ve bunun nasıl mümkün olabildiğini de açıklamaya  çalışıyorduk..
Yazıda aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketini, komünden uygarlığa geçiş olarak başka bir ışık altında ele almaya çalışmıyor, bu somut konudan hareketle Öcalan’ın teorisyen niteliklerini ve teorisinin içeriğini açıklamaya da çalışıyorduk.
O zamanlar Öcalan’ın teorisyen, hele önemli bir teorisyen olduğunu söylemek hem Türkler, hem de sosyalistler arasında lanetlenmek demekti. Öyle de oldu.
Ama bu yazı aynı zamanda Kürt Özgürlük Hareketi’nin de sansürüne uğradı. Yazıyı yazdığımızda o zamanlar Avrupa’da çıkan Özgür Politika’ya da yollamıştık yayınlamaları ve en azından bu vesileyle Öcalan’ın savunması üzerinden bir tartışma başlatmaları ve aynı zamanda hareketin teorik gelişimini böyle bir tartışma içinde sağlayabilmeleri için.

28 Kasım 2013 Perşembe

Liberaller ve PKK

(Ortada ne Gezi, ne Barzani’nin Diyarbakır çıkarması yokken beş yıl önce (Ekim 2008) yapılmış bir analiz. Günlük politikanın hay huyu arasında kaybolmak istemeyenler için bir yazı. 28.11.2013)
Liberallerin ve onların sosyalistler içindeki uzantılarının hiç sormadığı ve sorulmasından hoşlanmadığı soru şudur:
Barzani ile Öcalan arasındaki fark nedir?
Kişiler ve semboller düzeyinde sorulmuş bu soru, politik ve örgütsel olarak şöyle de sorulabilir:
PKK ile diğer Kürt ve/veya Kürdistan partileri, özellikle KDP ve KYB (ve onların Türkiye'de ve diğer parçalardaki uzantıları) arasındaki fark nedir?

27 Kasım 2013 Çarşamba

35 Yıl Önce Bugün PKK’nın Kuruluşu Vesilesiyle İki Yazı

PKK'nın 35 yıl önce kurulduğu Fis köyündeki ev.
27 Kasım 1978’de, 35 yıl önce Fis köyünde yapılan kongre ile PKK kuruldu.
Son yıllarda “Çözüm Süreci”nin başlamasıyla ve hareketin gücününde etkisiyle PKK’ya karşı ön yargılar yavaş da olsa yıkılıyor ya da eskiden onunla aynı karede görünmekten çekinenler, artık aynı karede yer almaya çaba gösteriyorlar veya almaktan çekinmiyorlar.
Ancak bütün bu gelişmelere rağlmen, PKK’nın ne olduğu konusunda hala pek doğru dürüst bir analiz, bir değerlendirme bulunduğu söylenemez.
Aşağıda biri 1992’de, Vedat Aydın’ların öldürüldüğü, Özel Savaş’ın başladığı zamanlarda, yani yirmi yıl önce yazılmış: diğeri 2006 yılında yazılmış, PKK ve Öcalan’ı inceleyen iki yazıyı paylaşarak bu önemli olayı anmış ve değerlendirmiş olalım.
Yazıları okuyanlar, analizlerin doğrulandığını ve güncelliğini koruduğunu görürler.
27 Kasım 2013 Çarşamba – Demir Küçükaydın

25 Kasım 2013 Pazartesi

Marksizm Aynasında Gezi - Gezi Aynasında Marksizm

Bu Sempozyumun[1] konusu, resmen ifade edildiği biçimiyle, Gezi değil, Marksizm’dir. Yani, yine Marksizm’in kurucularının tanımlamasıyla, konusu Toplum ve onun Tarihi olan Bilimdir. O bilimin konusu olan Olaylar (burada Gezi) değildir.
Konu bilim olunca, kavramların tartışılması önem kazanır. En azından olgulara ilişkin olarak aynı şeylerin bilindiği varsayılır. Bu bilinenlerin nasıl kategorize edileceği, sınıflanacağı, iç bağlantıları ve nedenleridir konu.
Toplantının başlığının formülasyonuna göre, bilimin (Marksizm’in) kavramlarının Gezi örneğinden hareketle bir kontrolünün, bir sağlamasının yapılması beklenmektedir.
Ancak gerek konuşmacıların listesinden, gerek deneylerden tahmin edebiliyoruz ki, burada Marksizm değil, yani onun kavramları; bu kavramların Gezi olayını anlamaya uygun olup olmadığı; değiştirilmeye ve geliştirilmeye ihtiyaç duyup duymadığı değil; Gezi olayları tartışılacaktır. Gelenler de muhtemelen bu beklentiyle geleceklerdir.[2]
Bunu bizzat konuşmacıların listesinden bile çıkarmak mümkün. Konuşmacılar arasındaki özellikle akademik kökenli olan arkadaşların veya o kimliğiyle tanınanların neredeyse tamamı kendini Marksist olarak tanımlamayan arkadaşlar. Marksist olmayan bir insanın Marksizm’in kavramlarını dakikleştirmek ve sağlamak gibi bir derdi de olmaması gerekir.

23 Kasım 2013 Cumartesi

Göçmenler ve Ulusçuluk

Belki çok paradoksal gelebilir ama ulus ve ulusçuluk ile göçmenler arasında başından beri doğrudan bir ilişki olagelmiştir. Ulusları ve ulusçuluğu göçmenlerin keşfettiği söylenebilir.
Tarihteki ilk ulus ilkesine dayanan modern devlet olan Amerika Birleşik Devletleri'ni kuranlar, İngiltere'den bu ülkeye gelmiş göçmenlerdi.
Aynı eğilim, Güney Amerika'daki İspanyollar'da da görülür. Onlar da yine içinden geldikleri İspanyol egemenliğine karşı çıkarak ilk erken ulus devletleri kurmuşlardır Latin Amerika'da.
Daha sonra Avustralya, Yeni Zelanda, Kanada da aynı yola girerler.
Uluslar bu ilk ve özgün biçimlerinde, uluslar olduğu için ulusçular değil ama ulusçular olduğu için uluslar olduğunu çok açık olarak gösterirler.
Bu ilk ve orijinal ulusların ortaya çıkışında ne “kan”, ne “dil”, ne “din”, ne de “kültür” bağlarının hiç bir önemi yoktur. Eğer bir önemi olsa, bu uluslar isimlerini, daha dün içinden çıktıkları aynı dilden, aynı soydan, aynı dinden, aynı kültürden insanların yaşadığı ana vatanlarına isyan ederek, bir "Ekvator" "Amerika Birleşik Devletleri" "Yeni Zelanda" ya da "Kanada" gibi ne bir kültürü, ne bir halkı, ne bir dili çağrıştıran, tamamen tesadüfi coğrafi adlandırmalardan almazlardı.

22 Kasım 2013 Cuma

Demokrasi ve Zor

En olağan ve biçimsel anlamıyla Demokrasi: “azınlığın çoğunluğa uymasını prensip olarak kabul eden rejimdir” (Lenin).
Bu en biçimsel demokrasi tanımı ister istemez demokrasinin olmazsa olmaz iki koşulunu ifade edilmemiş bir var sayım olarak içerir: zor ve özgürlükler.
Bu tanıma göre, Azınlıklar ve çoğunluklar demokrasinin olmazsa olmaz koşuludur.
Ama azınlık ve çoğunlukların oluşabilmesi için de insanların farklı alternatifler etrafında yoğunlaşmaları gerekir.
Bunun için de, tam bir fikir ve örgütlenme özgürlüğü ortamında farklı görüşlerin, eşit biçimsel koşullarda ortaya çıkmaları ve birbirleriyle yarışmaları gerekir.

21 Kasım 2013 Perşembe

Türkiye'de Solun Tarihini Yazacaklar İçin Tezler

(Aşağıdaki tezler muhtemelen 1987 sonu veya 1988 yılı başlarında yazılmıştır. Yani, 12 Rejimi’nin etkilerinin güçlü biçimde hissedildiği; Berlin Duvarı ve Sovyetlerin hanüz yerinde durduğu, hatta Kuruçeşme’deki “Birlik Tartışmaları”nın bile henüz ufukta görülmediği, şimdi bize çağlar öncesi kadar uzak görünen bir zamanda ve tarihsel koşullarda, çeyrek yüzyıl önce yazılmıştır. Buna rağmen bugün bile rahatça yayınlayabilmekteyiz. Solun tarihi ve bunu ele alışın metodolojisine ilişkin tartışmaya bir katkı olarak görülebilir. Ayrıca bugün yeni bulunmuşça söylenen önermelerin o zamanlar ifade edildiği görülebilir.
Elbette bu  tezleri yazdığımız zaman bugünkü gibi bir ulus teorisini geliştirmiş olmadığımızdan ve ulsu kendisine karşı mücadele edilecek bir şey değil, içinde mücadele edilecek bir ortam gibi algıladığımızdan bugün olsa kullanmayacağımız birkaç formülasyon vardır. Ancak yazı, bu gibi yazının konusu ve içeriği bakımından önem taşımayan kimi ifadelerden soyutlandığında, Türkiye’de solun tarihini ele almanın metodolojisi ve ana yönelimleri hakkında hala aktüalitesini koruyan önermeler içermektedir. Demir Küçükaydın – 20.11.2013)