Karl Marks etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Karl Marks etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

30 Ekim 2017 Pazartesi

150’nci Yılında Marks’ın Kapital’inin Zaman Geçtikçe Tazeleşmesi Paradoksu

Bugün genel olarak şöyle düşünülmektedir:
150 yıl önce yazılmış ve basılmış bir eserde bugünün dünyasının sorunlarının cevabı bulunamaz. Bu nedenle Marks’ın Kapital’ini okumanın veya etüt etmenin somut ve pratik bir faydası olamaz
Daha doğrusu genel olarak çoğunluk, hem de aydınların çoğunluğu böyle düşünüyor ve Das Kapital’i okumaktan ise, son zamanların moda ve şişirilmiş ismi Thomas Pikkety’in “21. Yüzyılda Das Kapital”ini okumayı tercih ediyorlar.
İlk bakışta son derece mantıki gibi gelen bu itiraz tam da Kapital’i bilmeyenlerin ve/veya anlamayanların yapacağı bir itirazdır.
İşin kötüsü bu noktada tam anlamıyla bir “fasit daire” (Teufelkries) ortaya çıkar. Kapital’in tazeliğini ve güncelliğini kavramak için Kapital’i okumak gerekir; ama tam da 150 yıl önce yazılmış bir eserde günümüz dünyasının sorunlarını anlayacak kavramlar veya cevaplar bulunamaz diye kimse Kapital’i etüt etmediği için bu tazelik ve güncellik görülemez ve dolayısıyla da Kapital okunmaz. Kapital okunmadığı için de tazeliği görülemez.

27 Ekim 2017 Cuma

Das Kapital’in Yayınlanışının 150. Yılı Vesilesiyle Deutscher'in Kapital'i Keşfi

150 yıl önce, 1867’de, Karl Marks’ın “modern toplumun yüzündeki peçeyi kaldıran” ölmez eseri Das Kapital Hamburg’ta yayınlandı.
Das Kapital, yayınlandığında görmezden gelinmiş ve hiçbir yankı uyandırmamış; tam anlamıyla, Hikmet Kıvılcımlı’nın da çok şikayet ettiği ve en azından Marksist söyleme yerleştirdiği deyimle, bir susuş komplosu (“susuş kumkuması”) ile karşılanmıştı.
Hatta Marks ve Engels bu susuş kuşatmasını kırmak için, Engels’in bir burjuvanın bakış açısından Marks’ın eserini eleştirmesi gibi, savaş hileleri bile planlamışlardı.
Das Kapital, on yıl içinde sadece 1000 adet satılmıştı. (Muhtemelen çok daha az da okunmuştu.)
Eser İngilizceye neredeyse yirmi yıl sonra çevrilmişti.
Almanya’daki işçi hareketinin yükselişi olmasaydı, Marks ve Das Kapital, bugün bile adı bilinmez kalabilirdi.
Yüz elli yıl sonra bugün bile, hala, çok sınırlı ve giderek sayısı da azalan küçük Marksist bir entelektüel kesim dışında, bütün büyük eserler gibi, pek okunmamış ve anlaşılmamış bir eser olma özelliğini korumaktadır.

7 Ekim 2015 Çarşamba

Bilim, Sanat, Politika ve Milliyetçilik

Bu yılki Nobel kimya ödülünü, İsveç’ten Thomas Lindhal, Amerika’dan Paul Modrich ve yine Amerika’dan (Mardin doğumlu ve çifte vatandaş) Aziz Sancar kazanmışlar.
Türkiye’de muhalif ve demokrat olduğu düşünülenlerin bile nasıl gerici birer miliyetçi olduğu, Sancar’ın Türk mü, Kürt mü, Arap mı olduğu tartışmalarına yansımış.
Milliyetçiler insanların tıpkı gölgeleri gibi olmaszsa olmaz milliyetleri olacağını varsayarlar ve gerici milliyetçiler de bu milliyetin dille ya da soyla veya ırkla, dinle belirlendiğini varsayarlar.
Ama bu gerici milliyetçilik sadece Türkiye’de yok. Bütün dünyada bu milliyetçiler aynıdır. Sadece kiminde daha rafine ve ince, kiminde daha kabadır.
Aşağıda Almanya’da bu işin daha rafine ve ince biçimde yapıldığına dair eski bir yazımız yer alıyor.
Bu vesileyle Albert Einstein’i de anmadan geçmeyelim. Yüz yıl önce, 1915’te, bu yazıda söz konusu da olan Albert Einstein Genel Relativite Teorisi’ni son şekliyle formüle etmişti. 25 Kasım 1915’te yayınlanan bu teori, üç buçuk sayfa kadardı.

21 Mayıs 2015 Perşembe

İmdat Freni ve Lokomotif

Marks, 19 yüzyılın iyimserliği içinde, “devrimler tarihin lokomotifleridir” diye yazmıştı. Tarihe ilerleyen bir süreç gibi baktığınızda elbet devrimler bu ilerlemenin lokomotifleri gibi görünebilir.
Aslında Marks’ın bu sözü kendi kavrayışıyla da çelişiyordu. Çünkü ilerleme nesnel ve sosyolojik bir kavram değil; değer yüklü bir kavramdır. Tarih ilerlemez ya da gerilemez; sadece bir proses, gidiş, süreçtir.
Dünyayı bin nesneler yığını değil, bir süreçler karmaşası olarak görmenin kendi yöntemlerinin (diyalektik yöntem) özü olduğunu söyleyen bizzat Marks ve Engels’in kendileriydi.
Yani özü itibariyle, Marks’ın bu sözü, bilimsel veya sosyolojik olmaktan ziyade politik bir anlama sahipti ve kültürel olarak rahminden çıktığı Aydınlanmaya bir göbek bağı, geçmişin bir kalıntısı olarak görülebilirdi.