18 Mart 2018 Pazar

Afrin’in Düşüşü


Dün (17. Mart.2018 Cumartesi) günü, birkaç gündür dikkatimizi çeken gelişmeler üzerine Facebook’ta şu kısa notu paylaşmıştık.
“Garip durumlar.
Galiba YPG Afrin'de savaşmayıp boşaltacak veya Afrin'de sadece bir intihar ekibi bırakıp savaşçılarının çoğunu dışarı çıkaracak. Erdoğan'ın girdik giriyoruz demesi bununla ilgili olabilir. Çünkü günlerdir YPG'nin bugün şu kadar vurduk şu kayıpları verdik bildirisi yok. PKK yöneticileri Afrin konusunda hiçbir şey söylemiyor ve başka konulardan söz ediyorlar. Aydın Selcen YPG Afrin'i Türkiye'ye teslim edecek demişti. Neden böyle konuştu diye garibime gitmişti. Anlaşılan belli bir bilgiye dayanıyor. Bakalım YPG nasıl bir mücadele stratejisi belirledi? Çünkü Murat Karayılan yeni bir stratejiye geçileceğini söylemişti. Anlaşılan Gerilla yapılacak. Alan savunması yapılmayacak.”
Anlaşılan dünkü notta bir ihtimal olarak dile getirdiğimiz, Afrin’in savaşmadan teslim edilebileceği olasılığı şu an gerçekleşiyor.

Gazeteler ve ajanslar Afrin şehir merkezine doğru yürüyen ve şehir merkezinde poz veren ÖSO’cuların ve Türk askerlerinin resimlerini geçiyor.
Amed Dicle’nin şu Twitter paylaşımı da bu gelişmenin dolaylı olarak doğrulanması:
“58 gündür en ağır silahlarla barbarca saldırdığınız Efrin'de, çocuk, hamile kadın, yaşlı sivilleri öldürmek, kentleri ve köyleri yıkmak dışında hiç bir şey yapamadınız, vicdan sahibi milyonlarca insanın öfkesi dışında hiç bir şey kazanmadınız.”
Dicle geçmiş zamanla yazıyor ve direnişten vs. söz etmiyor. Satırların arasında, zımnen Afrin’in düştüğü kabul ediliyor.
Belli ki YPG Afrin’den güçlerini çekti ve Türk devletinin birlikleri ve mayın eşekleri şehri hiçbir direnişle karşılaşmadan ele geçirdi.
*
Elbette en doğru kararı orada savaşanlar verir. Kimseye öl denemez.
Ama şu gerçeği ifade etmekten, ne kadar moral bozucu olursa olsun, çekinmemeliyiz: Afrin düştü.
Bir muharebeyi kaybetmek savaşı kaybetmek değildir.
Karşıda çok büyük güçler varsa, güçlerin geri çekilmesi, belli alanların savaşsız terk edilmesi, daha sonraki savaş ve başarılar için bir ön hazırlık anlamına gelebilir.
Türk ordusunun saldırısı başladığından beri Afrin ve direnişi her alanda tecritti.
Bunu Berlin’de bile hissetmek ve görmek mümkündü. Alman sol partileri bile Afrin7e ciddi biçimde sahip çıkmıyorlardı.
Ama uzayan bir direniş Türk devletinin tecridini getirebilirdi. Direniş uzarsa hükümeti içerde ve dışarda zor duruma sokabilir, muhalefet yükselebilir ve uluslararası müttefiklerinden tecrit edilebilirdi.
Biz şahsen böyle bir gelişmeyi daha olası görüyorduk
Direnişin başlangıçtaki başarıları bu beklentileri doğrular gibiydi.
Ancak Türk devleti, Arapların Petrolü gibi olan Türkiye’nin stratejik konumunu iyi değerlendirerek, iyi bir zamanlamayla, kurabileceği en geniş cepheyi kurmuştu.
Bütün ülkeler ve kurumlar Türk devletinin bu caniyane saldırısına bir şekilde onay verdiler.
Ezilenler baştan yeniktir ve ezenlerin arasındaki çelişkileri kullanarak bir takım küçük de olsa kazanımlar elde edebilirler.
Neredeyse kullanacak hiçbir çelişki, en azından kısa vadede, ortada görünmüyordu.
Türk devleti, ABD’yi de, Rusya’yı da, Suriye’yi de, İran’ı da, Irak’ı da gerek çelişkileri iyi değerlendirerek, gerek tehditlerle, gerek sipariş rüşvetleri ile yanına çekmiş veya tarafsızlığını sağlamıştı.
Böylesine korkunç bir güç yığılması karşısında geri çekilmek veya fiilen umutsuz bir savaşa girip intihar etmek gibi iki yol kalınca geri çekilmenin kısa vadede ağır bir yenilgiye ve moral kaybına yol açsa da uzun vadede zaferi getirmesi beklenebilir.
Ortadoğu ve Suriye hamuru daha çok su kaldırır.
*
Türkiye’deki demokrasi mücadelesi ve Kürt Özgürlük Hareketi 7 Haziran’dan beri sürekli gerileme ve mevzi kaybı içinde.
Aradaki geçici nispi yükselişler (Anayasa oylamasındaki toparlanma ve Hayır kampanyaları) bu genel eğilimin görülmesini engelliyor.
2013 Diyarbakır Newroz’u ve Öcalan’ın mesajıyla başlayan yükseliş, Gezi ile zirvesine vardı.
Ama aynı zamanda tam o noktada gerileyiş de başladı.
Ve bu gerileyiş büyük ölçüde hem Gezi’nin (yani “laik yaşam tarzı”ndakiler ve Alevilerin) hem de Kürt Özgürlük hareketinin gerek programsızlığı, gerek yanlış strateji ve taktikleri, gerek örgütlenme yeteneği gösterememesi nedeniyle elde ettiği tarihsel fırsatı kaçırdı ve bu ortamda Erdoğan-Ergenekon İslamcı-Türkçü faşist rejimin yükselişi başladı.
Gerilemeler Gezi’nin yenilgisiyle başladı. Gezi en küçük bir örgütlenme yeteneği gösteremediği için buharlaştı.
Kürt hareketi ise, programatik ve kültürel sınırlarına dayandı. Modern bir örgütlenme ve harekete dönüşemedi.
Aslında kaynaşabilseler, tıpkı her biri yumuşak olan ama bir araya gelip bir alaşım oluşturduklarında insanlığa çağ atlatan tuncu ortaya çıkaran bakır ve kalay gibi bir işlev görebilirlerdi.
Olmadı.
Bizim bütün çabalarımız bir türlü suskunluk ve tecrit çemberini kıramıyor.
Bizi tecrit edenler. Görmezden gelenler kendi yenilgilerini hazırladıklarının farkında bile değiller.
Gerek Gezi’de ifadesini bulmuş ulusun İslam’la tanımlanmasına karşı laik ve Alevilerin ulusal hareketinin; gerek ulusun Türklükle tanımlanmasına karşı Kürtlerin özgürlük hareketinin, bu Sümer’den, Bizans’tan kalan merkezi, keyfi ve bürokratik devleti parçalamak; Ortadoğu’da demokrasi mücadelesini başlatabilmek için ciddi bir program ve strateji tartışmasına girmeleri gerekiyor.
Bunun için de teori ve yöntem üzerinde yoğunlaşmaları.
Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz ve olmuyor.
Devrimci teorinin temel kavramlarını ancak ve ancak devrimci, otantik Marksizm sağlar.
Bu otantik Marksist temelin kavramlarının eleştirel geliştirilmesi ise bizim yazı ve kitaplarımızda bulunmaktadır.
Bunları görmezden gelerek demokrasi mücadelesinde en küçük bir başarı bile elde edilemez.
Afrin’in düşüşü bu gerekliliği bir kez daha göze batırıyor.
18 Mart 2018 Pazar
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:

1 yorum:

Tskya selam dedi ki...

Hahhahha ulan bir dediğin diğerini tutmuyor. Delikanlıysan yayınla bunu. Zavallı. Tum analizlerin çöp