Bundan neredeyse yarım yüzyıl önce 1969’un son aylarında gerilla
savaşanı öğrenerek Türkiye’de yeni bir Vietnam yaratıp, Vietnam halkının
sırtındaki yükü hafifletmek ve aynı zamanda Amerikan Emperyalizmi ve onun Orta
Doğudaki bekçisi İsrail Siyonizm’ine karşı o zamanlar en Marksist olduğunu
düşündüğümüz, referansımız olan Denizlerin de gittiği, Filistin
Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi’nde savaşmak için Suriye’ye giderken Afrin’den
geçmiş ve birkaç geçe nezarette tutulmuştuk.
O zamanlar bir gün gelip Afrin’in bir gün gelip dünyada
bütün projektörlerin odaklanacağı bir yer olacağı aklımızdan bile geçmezdi.
Bugün Türk ordusu eğer Afrin’e saldırırsa muhtemelen
herkesin isimlerini ezberleyeceği Zimnara (Adı tam doğru yazamamış veya
hatırlayamıyor olabilirim) köyünde tutuklanmış, sonra Cinderes (nahiye gibi)
üzerinden Afrin’e götürülmüş, orada birkaç gece polis karakolunda kaldıktan
sonra da Halep’e götürülmüştük.
Yani Türk devletinin eğer Rusya’dan izin alırsa, Afrin’e
saldırısının izleyeceği yollardan geçmiştik.
Dört buçuk ay sonra dönerken de yine Halep üzerinden şimdi
Türk ordusunun işgal ettiği Cerablus’tan Kargamış’a geçerken yakalanmış, sonra
da Antep’te işkenceli sorgulardan geçmiştik.
(Bu geliş gidişlerin hikayesi Oktay Duman’ın derlediği “Devrimcilerin Filistin Günlüğü 1968-1975”
adlı kitapta ve Zihni Çetiner’in “Ölümü
paylaştılar ama!..!” başlıklı anılarında bulunabilir.)
O zamanlar Afrin 10.000 nüfuslu küçük bir Anadolu kasabası
gibiydi.
Şimdi 1.000.000 nüfuslu olduğu tahmin edilebilir. Türk devletinin
yasakladığı bütün ansiklopedileri yerinden etmiş, yüz binlerce insanın ortak
ürünü, merkezi olmayan bir ağla yaratılmış Wikipedia’nın
Almancasının Afrin maddesinde 2015’de
700.000 nüfus belirttiğine göre, son üç yıldaki göçlerle, bir milyon nüfus abartılı
bir rakam olmaz.
Bu bir milyon örgütlüdür, silahlıdır. Yaşlılar, çocuklar vs.
düşüldüğünde bile en az 100.000 kişilik bir silahlı halk demektir.
Ve bu yüz bir kişinin önemli bir bölümü, en azından
komutanları, IŞİD ile şehir savaşlarında pişmiştir. Ve Afrin yüz binlerin
yaşadığı büyük bir şehirdir artık.
Afrin dağlık ve ormanlıktır, Kobani ve Suriye hududunun
diğer yerleri gibi düz ova değildir. Yani savunma savaşı yapmaya çok uygun bir
arazi yapısı vardır.
Türk ordusunun kurmayları eğer bildiklerini unutmadılarsa
Afrin’e saldırmazlar. Afrin’e saldırdıkları takdirde yenileceklerini ön
görebilirler.
Türk ordusu, “Fırat Kalkanı” harekatında, IŞİD gibi
işbirlikçileri anlaşmayla çekilmeselerdi
küçücük bir alanda bile büyük kayıplar vermiş ve tam bir fiyasko
yaşamıştı.
Afrin’e saldırdığı takdirde askeri olarak en büyük yenilgisini
yaşayacak ve belki de bu sayede bizler, YPG’li komutanın dediği gibi, Türk
ordusunun Afrin’de alacağı yenilgiler sayesinde bu Erdoğan-Ergenekon
ittifakından ve diktatörlüğünden kurtulacağız ve belki de bu hızla bu merkezi,
bürokratik, keyfi şark despotluğunu da tasfiye edebileceğiz demektir.
Rusya ve ABD ve de Suriye, eğer Türkiye’ye yeşil ışık
yakarlarsa bu aslında bir yanıyla Türkiye sopasıyla Kürt özgürlük hareketini
hareketsiz bırakmak, diğer yanıyla da Türkiye’nin bir iç savaşa kadar
gidebilecek şekilde çökmesine yol açabilmek için olacaktır. Türkiye nüfusu ve
alanıyla büyük bir ülkedir. Büyük bir ülkeden ise, birkaç parçaya bölünmüşüyle
daha rahat komşuluk yapılabilir. Rusya ve ABD Erdoğan’a, tam da Türk ordusunun
yenileceğini hesaplayarak böyle bir hesapla yeşil ışık yakabilirler.
Evet yenilir ancak yenilen ve çözülmüş bu mekanizmanın
yerine gerçekten demokratik bir özyönetim mi kurulur yoksa, çetelerin, savaş
ağalarının egemen olduğu, geçenlerde Veysi Sarısözen’in çok haklı olarak
dikkati çektiği gibi, tam anlamıyla bir Kaos ortamı mı egemen olur bunu
bizlerin programı, stratejisi, örgütlülüğü vs. belirleyecektir.
Yenilecektir Türk ordusu saldırırsa Afrin’e. Bu bir kehanet
değildir.
Kürt özgürlük hareketinin en büyük gücü, etkili olduğu her
yerde, yoksul halkı, gençleri, kadınları ve ezilen azınlıkları örgütlemesi ve
silahlandırmasındadır. İlk kez özgürlüğün tadını alan, ilk kez bağımsızlığı
tadan, ilk kez elinde kendini savunacağı bir silah bulan, şimdiye kadar hep
ezilmiş aşağılanmış bu insanlar, ilk kez tadını aldıklarını savunmak için en
büyük fedakarlıkları yapmaya hazırdırlar.
Bu nedenle yenilmez bir güç olurlar.
Türk ordusunun yenilgisine yol açacak olan budur.
İşte gördük, Kobane’de neredeyse birkaç yüz kişi kalmış, dört bir yandan kuşatılmış, küçücük bir alana sıkışmış savaşçılar, tarihin gördüğü en büyük mucizelerden birini bu sayede gerçekleştirdiler.
İşte gördük, Kobane’de neredeyse birkaç yüz kişi kalmış, dört bir yandan kuşatılmış, küçücük bir alana sıkışmış savaşçılar, tarihin gördüğü en büyük mucizelerden birini bu sayede gerçekleştirdiler.
Kürt özgürlük hareketinin bir çok yanlışları, hataları
olmuştur ve olabilir. Ama bütün bu hatalar temel doğruluğu ortadan kaldırmaz.
Bu hareket ezilenleri silahlandırır. Onlar da bu nedenle kendilerine ilk kez bu
olanağı sağlayan hareketin önderine neredeyse taparca sahip çıkarlar.
*
Ve Kürt Özgürlük Hareketinin, Öcalan’ın tuğla gibi
kitaplarla temellendirdiği kendi programı ve stratejisi, dolayısıyla kendi
gündemi vardır.
Bu nedenle Kürt özgürlük hareketini kullanmaya kalkanlar
aslında onun tarafından kullanılırlar.
Türk ulusalcıları askeri, merkezi, bürokratik ve oligarşik
Türk devletini savunmak için geliştirdikleri sözde anti emperyalizmleriyle
ABD’nin Kürt Özgürlük Hareketini bir kara gücü olarak kullandığını söylüyorlar.
Bu salakların hiçbir zaman anlayamayacağı şudur: ABD ve
hatta Rusya Kürt özgürlük hareketinin hava gücüdür.
Ezilenler elbette ezenlerin arasındaki çatışmalardan
yaralanacaklardır.
Lenin örneğin, İrlanda (yani İngiltere’nin Kürtleri)
kurtuluş hareketinin, Alman ve İngiliz emperyalistleri arasındaki çelişkilerden
yararlanmasını ve Almanya’dan silah almasını son derece haklı ve meşru
görüyordu.
Bizzat kendisi Rusya’ya gidebilmek için Alman Genelkurmayı
ile anlaşmış ve kurşunlu (mühürlenmiş) vagonla bu sayede Rusya’ya gidebilmiş ve
bu sayede partisini ve devrimi burjuvazinin kuyruğuna takılmaktan kurtarabilmişti.
Alman Genel kurmayının hesabı, Lenin’in Rusya’da barış sağlayarak Rus cephesini
çökertmesi ve böylece Almanya’nın güçlerini Batı cephesine kaydırabilmesiydi.
Lenin’in hesabı ise, Rusya’da yapılacak bir devrimin Alman işçilerinin ve
askerlerinin ayaklanmasına yol açacağı idi.
Tarihin gösterdiği şudur: Alman Genelkurmayı Lenin’i değil, Lenin
Alman Genelkurmayını kullanmıştı. Abdestinden emin olanlar en güvenilmez, en
çürük müttefiklerle bile uzlaşmalar yapmaktan çekinmezler.
Bağımsız bir programınız, stratejiniz ve örgütlenmeniz varsı
ve bunlar doğru se, kimse sizi kullanamaz, kullananlar kullanılırlar.
Suriye ve Esad, yıllarca PKK’yı Türk devleti ile
çelişkisinde kullanmak istedi.
Sonuçta ne oldu?
Öcalan, Suriye devletinin elinde yarı esir ve rehinelik
koşullarında bu çelişkileri değerlendirerek Ortadoğu’nun en büyük gerilla
hareketini örgütledi. Öcalan Suriye’yi kullandı.
Öcalan’ın CIA ve MOSSAD eliyle Türkiye’ye tesliminden sonra
bu sefer aynısını elinde hapiste bulunan Öcalan aracılığıyla Türk devleti
denedi.
Ne oldu?
Öcalan Türkiye’deki ve Ortadoğu’daki en büyük demokratik
hareketi örgütledi. Bugünkü HDP işte budur.
Öcalan Türk devletini kullandı.
Öcalan “Sümer Rahip
Devletinden Demokratik Cumhuriyete” diye kitaplar yazarken, bizzat kendi
örgütünden kimileri bile onunla alay ediyorlardı. Apo yine “neolitik devrime
kadar gitti” diye.
Burnunun ucunu göremeyen Türk sosyalistlerinden böyle bir
kitap çıktı mı şu son yirmi ya da otuz yılda. Çıkmadı. Bu nedenle bir hiçtirler
ve hiç olarak kalacaklardır.
Çünkü Teori’yi üniversiteli sözde Marksist veya Post-modern
akademisyenlere veya gazetecilere bırakmışlardır.
Ve şimdi bir zamanlar alay edilen, o yazılmış tuğla gibi
kitaplar sayesinde, Türk ordusu eğer saldırırsa Afrin’de hayatının en ağır
yenilgisini alacak, Türk devleti tecrit olacak, bu askeri bürokratik oligarşi
çökecektir.
*
Ne yazık ki, Türkiye’de bu çökenin yerini alacak demokratik
bir yönetimin, halkın üzerinde yükselmeyen ona hizmet edecek, bürokratik,
merkezi ve militer olmayan bir özyönetim aygıtının çekirdeği olacak örgütlenme
tohumları bir yana böyle bir ufuk ve perspektif bile yok.
Maalesef HDP dar kafalı Türk sosyalist örgütlerinin, Türk
liberallerinin ve Kürt ulusalcılarının boyunduruğu altında hiçbir politika
üretemez durumda.
Çünkü bunları hepsi, sorunun yapısal olduğunu görmekten ve
göstermekten kaçıyorlar.
HDP maalesef hastalıklıdır.
Ama bu hastalıktan sembol kişilerini değiştirerek
kurtulamaz. Bu nedenle Selahattin Demirtaş’ın değişmesi, kimilerinin sandığının
aksine hiçbir şekilde hastalığı tedavi etmez ve edemez.
Hatta aksine Kürt özgürlük hareketi ile Batı’nın demokratik
özlemleri arasında ilk kez bir pencere işlevi görmüş ve Batı’daki demokratik
özlemlerin sembolü olmuş bayrağın, yani Demirtaş’ın terki anlamına gelecek,
böyle anlaşılacak ve HDP’nin daha kötü duruma düşmesine yol açar ve açacaktır.
Bölesine kritik bir dönemi karşılayabilmek için, HDP’nin
baştan aşağı yapısal bir değişim
göstermesi gerekir.
Bu ise ilk adımda “bileşen
hukuku” yerine “birey hukukunun”
gelmesi, yani üyelerin örgütler aracılığıyla değil, eşit bireyler olarak örgüte
katılması ve açık tartışma, farklı görüşlerin yatay olarak her üyeye
ulaşabilmesi ve eşit koşullarda mücadele ederek çoğunluğun desteğini
sağlayabilmesinin olanakları, bu şekilde ortaya çıkan farklı eğilimlerin
güçleri oranında örgüt organlarında yansıması demektir. Bunun oydaşma yöntemi
gibi, ete-hayır ve azınlık çoğunluğa dayanan oylama yönteminin zararlarından
arındırılmış yöntemleri de vardır.
Teşhis yanlışsa tedavi de yanlış olur ve yanlış bir tedavi,
ölümcül bir hastalığı olmayan bir hastayı bile öldürebilir.
HDP’nin sorunu, kimin başkan seçileceği değildir.
Demirtaş’ın başkanlığı sorunu politik bir sorundur, yani stratejiye,
taktiklere ilişkin bir sorundur.
Ama HDP’nin sorunları yapısaldır,
örgütseldir.
Stratejik olarak Demirtaş’ın başkanlığının devamı, özellikle
Türklere, Türkiye’nin demokratik güçlerine, biz Türkiyelileşme projesini terk
etmedik ve etmiyoruz anlamına geleceği için bu stratejik hedefe bağlılığın
ifadesi olduğu ve Türkler tarafından da böyle algılanacağı için gereklidir.
Taktik olarak ise, Demirtaş esas çıkışını “seni başkan yaptırmayacağız” parolasıyla
yakaladığı. Ve bu taktik amaç hala geçerli olduğu, Erdoğan’ın oradan uzaklaştırılması
taktik hedefiyle, Demirtaş’ın başkanlığı özdeşleştiği için, Erdoğan’a “hadi
elinden geleni ardına koyma, hodri meydan, birimiz hepimiz, hepimiz birimiz
içindir” diyerek meydan okuma anlamına geleceği için gereklidir.
Demirtaş Başkan seçilmediği takdirde bu Kürt Özgürlük
Hareketi türkiyeyileşme projesini ve Erdoğan’ı baş hedef olarak ele almayı terk
etti olarak algılanacaktır. Bu algıyı değiştirmek onlarca yıl alabilir.
Kürt hareketinin tarihinde en kritik anlarda yapılmış ve
genellikle de Kürt ulusalcılarının etkisiyle veya bastırmasıyla yapılmış böyle
hatalar vardır. Örneğin 90’ların baında Özgür Gündem ilk çıkmaya başladığında
Türkiye’nin neredeyse bütün sol entelijansiyasını sayfalarında toplamıştı. Ama
gazetenin başına gelen Şükrü Gülmüş gibilerin dayatmaları veya o dönemde önde
görünen Selim Çürükkaya gibilerin “yakamızdan düşün” demeleriyle bu demokratik
müttefikler ve entelijansiye küstürülmüş, Kürt hareketi tecrit olmuş ve
doksanların acıları yaşanmıştı. Kürtlere küsen aydınlar da gidip politik İslam’a
destek olarak bir parça demokrasiye kavuşma stratejisine yönelmişlerdi. Bir
kısmı da ulusalcılığa teslim olmuştu. Bu tecridin yıkılması onlarca yıl aldı.
Ancak 2011’den sonra Erdoğan’ın karşı devrimi iyice göze batmaya başladıktan
sonra, Kürt Hareketi iyice güçlendikten sonra tekrar bir barışma mümkün
olabilmişti.
Demirtaş, Türkiye’nin laik ve Alevilerinin özünde ulusal bir
hareket olan direnişlerinin ve demokratik özlemlerinin Kürt Ulusal Hareketinin
özlemleriyle birleşmesinin sembolüdür.
Savaşta bayrakların, sembollerin yeri gelir çok büyük bir
önemi olur. Geniş yığınlar programlar üzerinden değil, semboller, parolalar
üzerinden politika yaparlar. Bu nedenle Demirtaş’ın başkan kalması hayati
önemdedir.
*
Evet Demirtaş bir semboldür. Orada bulunmasının stratejik ve
taktik anlamları vardır. Bu nedenle doğru strateji ve taktik izleyen bir HDP,
Demirtaş’ı başkan seçerek doğru bir strateji ve taktik izleme yeteneğinde
olduğunu kanıtlayabilir.
Ama Demirtaş başarılı bir örgütçü ve stratej ve de taktikçi
değildir. Örneğin iyi cevaplar verir Erdoğan’a insanların içlerindekinin en iyi
şekilde tercümanı olur. Zaten bu nedenle de çok sevilir ve bir bayrak olmuştur.
Ama iyi konuşmak, iyi cevaplar vermek, insanların dilinin ucunda olup
söyleyemediklerini söylemek ve onların duygularına tercüman olmak başkadır, iyi
bir stratej, taktikçi ve politikacı olmak başkadır.
Demirtaş maalesef bu yönden eksikliklerle maluldür.
Örneğin HDP’nin yapısal sorunları olduğuna dair bir tek sözü
yoktur. HDP’nin nasıl bir programı olması gerektiğine dair bir şey
söylememektedir. Nasıl mücadele biçimleri izlenmesi gerektiğine dair bir
önerisi yoktur. Bunları açıkça tartışmaya çalışmamaktadır. Kongre’ye mektup
yazacağım demektedir. Yani örgütün bugünkü yapısıyla bir sorunu yoktur.
Bir de Öcalan’ı göz önüne getirelim. Her konuşmasında,
örgütüne en ağır eleştirileri yapar, ardı ardınca izlenecek politika, taktikler
örgütlenme girişimleri hakkında önerilerde bulunur. Öcalan’la bir ilişki olduğu
sürece bu eksiklikler görülmemektedir. Ama ilişki kopunca bu eksikler ortaya
çıkmaktadır. Devlet bunu çok iyi bildiği için Öcalan’la her türlü ilişkiyi
kesmiştir.
O halde, nasıl bir yapıyla bu eksiklikler asgariye
indirilebilir diye soruyu sormak gerekir.
Soru şöyle de sorulabilir: Demirtaş’ın eksikliklerini
dolduracak, tamamlayacak şekilde ilk elde neler yapılması gerekir?
Sorunun böyle koyulup açıkça tartışılması gerekir. Bizzat bu
açıkça tartışmanın ve böyle koyuşun kendisi bile müthiş bir dinamizm
kazandırır.
Gerek HDP, gerek Kürt Özgünlük Hareketi bu değişimleri
yapmak zorundadır.
Kürt özgürlük hareketi başladığında dünyada internetin adı
bile duyulmamıştı. Esas olarak köylü gençlerdi gerillalar. Ama iki nesildir
şehirlerde yaşayan, cep telefonu ve sosyal medya kullanan bir gençlik var.
YPG savaşçıları bile cep telefonlarıyla, Google aracılığıyla
pozisyon bildirip IŞİD’in mevzilerinin bombalanmasını sağlıyorlar. Savaş bile
böylesine modernleşmişken, gerilla bile artık dağlarda değil, şehirlerde
savaşırken, kırk yıl öncesinin sosyal ilişkilerine dayanan örgüt yapılarıyla hiçbir
şey yapılamaz. Yani artık cebinde bir bilgisayar (cep telefonu) taşımayanın ve
onu kullanmayı bilmeyenin savaşçı bile olamayacağı bir çağda yaşıyoruz.
Elbette örneğin eş başkan yardımcılıkları gibi formüller
bulunmalı ve bunlara kimlerin getirileceği tartışılmalıdır. Bunlar
yürüteceklerdir esas politikayı ve örgütü.
Bunda da şuna dikkat etmek gerekir. Bileşen hukuku diyerek Türk
sosyalistlerinden birini seçme terk edilmelidir.
Türk sosyalistleri küçük bürokratik örgütledir. Hiçbir hayatiyetleri
yoktur. Dolayısıyla bu onlar adına seçilen kişilere de yansımaktadır. Gerek
Figen Yüksekdağ, gerek Serpil Kemalbay, ikisi de bileşen dengesi olarak
seçildiler ama başarılı olamadılar. Hem de kadın olmalarına rağmen. Çünkü
kendilerine bir özsu akıtacak canlı ve dinamik bir sosyal hareketle bağları yok
ve onun ürünü değiller.
Türkiye’de canlı ve dinamik hareket olarak ne var son yirmi
yılda. Kürt hareketi, Politik İslam ve Kadın Hareketi. Aslında politik İslam da
Kürt Hareketi de Kadın hareketidir özünde.
Alevi ve laiklerde de son yıllarda bir dinamizmin izleri
görülüyor ve Gezi aslında onların eseriydi ama bir birikimden yoksun oldukları
için ne örgütlenme ne de önder çıkarabilme yeteneğini şimdiye kadar
gösteremediler. Ciddiye alınabilecek bir tek bile ciddi kitap vela dergi
yayınlayamadılar.
O halde, Eş Başkan Yardımcılarının (veya başka bir formülle
tanımlanacak olanların) bu canlı hareketlerden gelmesi uygun olur.
İhsan Eliaçık, Ayhan Bilgen, Gergerlioğlu ve daha burada
saymakla bitirilemeyecek bir teorik, entelektüel ve politik kişiliklerin
politik İslam’dan çıkması bir rastlantı değildir. O halde bu canlı hareketle
bağları olan örneğin Ayhan Bilgen gibi bir ismin, (ki son derece başarılıydı
hapse alınmadan önceki dönemde) eş başka yardımcısı olması uygun olabilir.
Diğer eş Başkan’ın da Kürdistan’da yükselen kadın
hareketinin özsuyundan beslenmesi ve onun ürünü olması gözetilmelidir. Burada bir
isim veremeyiz çünkü burada bolluğun yarattığı bir zorluk karşısındayız.
Bileşen Hukuku gereğince Türk sosyalistlerine bir şey vermek
gerektiğinden söz edenler olabilir.
Türk sosyalist örgütleri, bir zamanların ateşiyle yaşayan
bürokratik, hayatiyetini yitirmiş yapılardır. Yaratıcı bir tek kitap yazmamış bu
hareketlerden bir şey çıkmaz. Türk sosyalistleri özünde bir ayak bağıdırlar.
Türk sosyalistleri, Çatı Partisi önerilerinin olduğu
zamanlar, belki Kürt Hareketinin Türklere verdiği mesaj için bir işlev
görebilirlerdi ve Ertuğrul ve Sırrı gibilerle kısmen bu işlevi de görmüşlerdir.
Ama artık işlevlerini bitirmişlerdir. Özel bir durumları kalmamıştır. İşlevleri
tıpkı tulumbadan su çekmek için tulumbaya koyulacak bir maşrapa su idi. Bir
katalizatör veya maya işleviydi.
Yerinde ve zamanında kullanılmak koşuluyla en öldürücü
zehirlerden en şifalı ilaçlar yapılabilir. Bir süre böyle oldu. Ama yerinde ve
dozunda kullanılmazsa en şifalı ilaçlar da en öldürücü zehirler olur. İşte
şimdi onların durumu budur.
*
Afrin’den başlayıp niye HDP’ye ve onun sorunlarına geldik?
Çünkü sorun şudur:
Afrin’deki Türk müdahalesinin yenilgisi mi bizleri Ernoğan-Ergenekon
diktatörlüğünden kurtaracaktır, yoksa biz mi yükselttiğimiz direnişle Afrin’e
saldırmayı kafaya koymuş Erdoğan-Ergenekon ittifakını parçalayıp savaşı
engelleyeceğiz?
İkinci yol daha az acılı, Afrin’de binlerce insanın ölmesini
engelleyecek bir yoldur.
Bu yolun düğümü ise HDP’dir.
CHP içinde demokratik özlemler kendini dışa vurmaya başladı.
HDP de yanlış bir adım atmaz ise, bu ikisi de daha tutarlı
ve demokratik bir çizgiye gelen güç Türkiye’deki dengeleri değiştirip daha az
acılı bir yolu açabilirler.
Aksi takdirde, Afrin bizleri kurtarır ama Türkiye gibi büyük
bir ülkede, halkın öz örgütlenmeleri olmadığı için, sonuç ikinci bir Suriye
olmuş Türkiye olur.
İşte bu çok daha uzun ve acılı bir süreç demektir.
Bu nedenle, Afrin’e Türk ordusunun saldırısını engellemenin
yolu HDP’nin yapısal dönüşümünden ve Demirtaş’ı aynı zamanda orada başkan
olarak tutmasından geçiyor.
17 Ocak 2018 Çarşamba
Demir Küçükaydın
Bloglar:
Video:
Podcast:
İndirilebilir kitaplar:
Bu yazı ilk olarak şurada yayınlandı:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder