15 Aralık 2015 Salı

Strateji Bağlamında “Hendek Siyaseti” Nasıl Açıklanabilir?

(Günlerdir genel olarak Strateji ve Taktik üzerine yazıyoruz. İlerde Strateji ve taktikler konusunda geçmiş tartışmaları ve dersleri; sonra da bugünün Strateji ve Taktiklerini ele almayı planlıyoruz. Ama şu sıra çok büyük önem kazanmış bulunan “hendek siyaseti” denilen gelişmeleri de göz önüne alarak, aktüel bir sorundan hareketle Strateji ve Taktik ilişkisini ele alalım. Hendek siyaseti ya da taktiği, adı üstünde bir taktik; bir mücadele biçimidir. Her taktik hizmet ettiğini iddia ettiği strateji bağlamında değerlendirilmelidir. Strateji ve program konusunu ele almadan, sanki aynı program ve stratejide anlaşılıyormuşçasına bu taktiği veya mücadele biçimini eleştirmenin hiçbir anlamı olmadığını; belli bir strateji ve program içinde onun bir rasyonalitesi olduğunu ve olabileceğini somut olarak görelim. Ama önce biraz geçmişe gidelim.)

Bu satırların yazarı her zaman Kürtlerin haklı mücadelesini, hiç kıvırmadan, açıkça desteklemiştir. Hem de en zor zamanlarında.
Ama Kürtler içinde de farklı sınıflar ve onların farklı program ve stratejileri vardır. Bir kısmı Kürtlerin üzerindeki baskının, onların ayrı bir devlet kurmasıyla ortadan kaldırılabileceğini; bir kısmı ise; ulusçuluğun bir çıkmaz olduğunu; demokratikleşme aracılığıyla ulusal baskılara son verilebileceğini savunur.
Kürtlerin ayrı bir devlet kurması, elbette Türk devletinin ancak ciddi bir tecridi ve yenilgisiyle mümkün olabileceğinden, Kürtlerin böyle bir zaferinin ve Türk devletinin böyle bir yenilgisinin, nesnel olarak Türkiye’de demokratikleştirici bir etkisi olur.
Bu nedenle, her Türk milliyetçisi, yani Türklerin demokrasi içinde ve müreffeh bir ülkede yaşamasını isteyen her Türk, Kürtlerin ayrı bir devlet kurmasını savunur ya da savunmalıdır. Kürtlerin ayrı devlet kurmasını ve ülkenin bölünmesini savunmak, Türk milliyetçiliği ile çelişmez; aksine bunu gerektirir.
Çünkü bu devlet, iyice zayıflamadan, hatta bu askeri ve bürokratik yapı parçalanmadan, Türkiye’de demokrasinin D’si, dolayısıyla refah ve haklara dayanan bir yaşam mümkün olmaz.
Zaten gerçek Türk milliyetçisi olan sosyalistler de, (kimseyi kendisi hakkındaki yargılarla yargılayamayız, Bugün Türk milliyetçisi denenler aslında ırkçılardır; Türk milliyetçiliğinin düşmanıdırlar.) en azından söz düzeyinde, “Kürtlerin kendi kaderini tayin hakkı”nı; yani Kürtlerin ayrı devlet kurma hakkını savunurlar.
Ancak Kürtler içinde, yoksullara, kadınlara, gençlere dayanan daha plebiyen ve daha demokrat denebilecek, Öcalan ve PKK’nın savunduğu bir çizgi daha vardır.
Bu çizgi, Türkiye ve Orta Doğu’da, bir demokratik devrim veya köklü demokratik değişiklikler aracılığıyla da, Kürtlerin üzerindeki baskıya son verilebileceğini savunur ve bu hareket Türkiye’de ve Suriye’de en güçlü harekettir.
Böyle bir program, ister istemez, demokrasi programı etrafında kendini ezen ulusun ezilenlerini ve gayrı memnunlarını da kazanma stratejisi izler.
Biz de egemen ulustan bir demokrat olarak, her zaman Kürt hareketi içinde bu çizgiyi daha doğru ve akıllıca bulduğumuzdan, Türk Devletine karşı genel olarak Kürtleri; Kürtler içinde de ulusalcı çizgiye karşı, nispeten daha demokratik ve plebiyen bu çizgiyi destekledik.
1970’lerden beri yazdığımız yazılar da bu çizgimizin belgeli kanıtıdır. Bu nedenle, zaman zaman yirmi otuz yıl önce yazdığımız yazıları bile şimdi hiç çekinmeden ve olaylarca doğrulanmışlığını göstermek için yayınlarız. 8 Haziran 2015 tarihine, yani 7 Haziran seçimlerinin ertesi gününe kadar, bütün gelişmeler de hem bu stratejimizin ve hem öngörülerimizin doğru olduğunu kanıtladı.
Elbette bütün bu dönem boyunca, Öcalan ve PKK, zaman zaman bize göre yanlış taktikler veya stratejiler izlese bile, egemen ulustan bir sosyalist olduğumuz için, onların haklılığına vurgu yapma yolunu tercih etmişiz; istisnai durumlar dışında, bu eleştirilerin ezilen ulusun hareketinin içinden birilerinin dile getirmesini beklemiş ve tercih etmişizdir. Kürt Hareketine eleştiri yapacak yerde Türk Sosyalistlerini eleştirmişizdir. Kürt hareketinin iyi kötü öğrenme ve kendini yenileme yeteneği olduğunu; Kürt özgürlük hareketine adam gibi bir örnek sunsalar, Kürt hareketinin bugünkü zaaf ve yanlışlarından çok daha kolayca kurtulabileceğini söylemişizdir.
Bu çizgi hem Türk sosyalistlerince, hem de PKK tarafından hiçbir zaman hoş karşılanmamıştır.
Türk sosyalistleri bu çizginin varlığında kendilerinin varlığına karşı bir tehdit görmüşlerdir. O nedenle, alayla, susarak, engelleyerek, yok sayarak ona karşı mücadele etmişlerdir ve ederler.
Kürt hareketi ise, bir yandan böyle açık ve net bir destekten memnun olurken, diğer yandan kendisi karşısında, belli yakınlıkla ve paralellikler olsa da bağımsız bir program, stratejisi olan; sözünü sakınmayan ve kendisiyle hiçbir gücü olmamasına rağmen aynı göz hizasından konuşan bu çizgiden her zaman rahatsızlık da duymuştur. Kürt hareketi elbette Türk sosyalistleri gibi kıçına hayranlıkla bakan “bileşenler” ve muhatapları her zaman tercih eder ve etmiştir. Bunlar da Türk liberalleri ve gerçek Türk milliyetçisi olan Türk sosyalistleridir.
Ancak biz dışımızdaki güçlerle ilişkilerimizi, o güçlerin bize davranışlarına göre değil; nesnel toplumsal konumları, çıkarlarına ve eğer somut örgütler vs. söz konusuysa, program ve stratejilerine göre belirlediğimizden, bu desteğimizden adeta rahatsız olan ve itici tavırlar, bizim stratejik duruşumuzu etkilememiştir ve etkilemez. Özgürlük Hareketini, kendisine rağmen desteklemeye devam etmişizdir ve etmeye devam ederiz.
Bütün bu uzun yıllar boyunca, bizim temel önermemiz bir bakıma şu olmuştur: Kürt hareketinin yanlışlarının temel suçlusu, Türk sosyalistleridir.
Ve bütün bu yıllar boyunca, Kürt Hareketi esas Türk sosyalistlerinden her zaman daha doğru ve akıllıca bir çizgi izlemiştir. O nedenle bütün rezervlerimize rağmen, hep Öcalan ve PKK’nın temsil ettiği çizginin, esas olarak büyük stratejik ve taktik hatalar yapmayacağına ilişkin bir güven beslemişizdir. Genellikle sonradan Öcalan ve PKK tarafından da hata olarak tanımlanmış çizgiler, bu çizgiye karşı eğilimlerin ağırlık kazanmaları sonucu ortaya çıkmıştır. Yıllar boyunca bunda pek yanıldığımızı da pek görmedik.
*
Eskiden legal siyaset yapanların politikalarına, konuşmalarına bakar ve sık sık şunu söylerdim: “İyi ki Kandil var, iyi ki gerilla var. Bunlara kalsa yandık.
Ancak şu 7 Haziran seçimlerinin ertesi gününden beri, Kürt Hareketi de, tıpkı Türk Sosyalistleri gibi akılsızca hareket etmeye başladı. Artık tanıyamıyorum. Nasıl oldu da o akıllı politikaları, stratejileri, taktikleri izleyen insanlar, Karayılanlar, Bayık’lar ve diğerleri, özellikle ilk kurucu kuşak, böyle akıl almaz bir politik çizgiyi izler hale geldiler? Aylardır kafamdaki en büyük sorun bu değişimi açıklayabilmek.
Düşünün, yıllardır bütün stratejinizi; ezen ulusun ezilenlerini kazanmak, böylece demokratikleşme sağlayıp o yoldan Kürtlerin üzerindeki baskıyı kaldırmak üzerine kurmuşsunuz. Bütün taktiklerinizi bu stratejiye tabi kılmışsınız. 7 Haziran seçimlerinde tam da bu stratejiniz göz alıcı bir başarı kazanmış ve siz ertesi günü bunu terk ediyorsunuz.
Ayrıca Tarih sizin önünüze olağanüstü elverişli koşullar sunmuş. Karşınızda Erdoğan gibi aslında İslamcı bir Türk milliyetçisi olduğu için, şeriat korkusuyla bütün laik ve Alevileri sizin yanınıza adeta iten ve itecek; her alanda iflas etmiş veya etmek üzere, size zaferi altın bir tabak içinde sunacak bir hedef var. Özgürlükleri tutarlı savunmanız; AKP’ye hala geçmiş dönemin anısıyla destek veren işçileri ve giderek memnuniyetsizliğini dışa vuran demokrat Müslüman kesimleri de (ki işçiler ve bunlar özdeştir aslında) kazanmanızı sağlayacak. Birden bire nüfusun çok büyük bir kesimini kazanarak bir demokratik devrim veya köklü dönüşümler yapılabilir.
Ama siz tam da bunun ertesi günü Ateşkes bitmiştir diyorsunuz.
Böylesine kör parmağım gözüne bir intihar politikası nasıl olabiliyor? (Önceleri bunu, hükümete baskı yapmak ve aslında Ateşkesi hükümetin bitirdiğini fiilen göstermek için taktik ve pedagojik bir hamle gibi görme eğilimindeydim ve ciddiye almamıştım. Ama aradan geçen zamanda, geriye bakınca böyle olmadığı görülüyor.)
Sanki onlarca yıldır bu mücadeleye öncülük etmiş o kadrolar gitmiş, yerlerine 7 Haziran gecesi, başka birileri geçmiş gibi. Askerlik ve politika sanatının alfabesini bile ayaklar altına alan hatalar yapıyorlar. Ne oldu bu insanlara? Bunca yıldır öğrendiklerini toplu halde unuttular mı?
Ama işin ilginci bu hatalar neredeyse sadece Türkiye’deki mücadeleye yönelik. Suriye ve Irak’ta izledikleri politikalara ve taktiklere bakınca hiç de böyle bir durum görünmüyor.
Neden böyle? Bunu izah edemiyorum. Bu konuda birkaç yazı da yazdım. Örneğin “İsyanla Oynanmaz”; “PKK Ne Yapıyor? Bir Anlamaya Çalışma Denemesi” gibi. Ama yine de nasıl böyle yanlış bir politika izlediğini açıklayamıyorum.
Bugün izlenen strateji, Öcalan’ın yıllardır oluşturduğu çizgiyi de reddediyor ve ortadan kaldırıyor. Onlarca yılın bütün birikimi ve emeği şu birkaç ayda havaya uçuruldu ve uçuruluyor. PKK intihar ediyor.
Bu intihar kendisini ilgilendirse sorun yok. Ama koca bir halkı, hatta bölgenin insanlarının kaderini ilgilendiriyor.
Bu nasıl açıklanabilir? Rasyonel bir açıklama arıyorum.
*
Kandil’in ve PKK’nın bugün izlediği politikayı kimileri, gücünü abartma ve kendini beğenme; durumu yanlış değerlendirme olarak açıklamayı deniyor.
Bu açıklamanın iki eksiği var. Eğer kendini beğenme ve gücünü abartma varsa, bunun Suriye ve Irak’taki politikalara da yansıması gerekir. Oralarda böyle bir durum söz konusu değil.
Öte yandan, bunca yılın tecrübeli önderlerinin, bu kadar kolay bir biçimde böyle hata yapabilmeleri de pek rasyonel görünmüyor.
Özetle bu psikolojik açıklamalar, tatmin edici olmaktan uzak.
*
Bir diğer açıklama olanağı daha var. Kandil ve PKK, büyük baskılar altındalar ve işin kontrolden çıkmasını engellemek için, “kriz yönetimi” yapmayı deniyorlar.
Biraz bunu açıklamayı deneyelim.
Hapiste yatanların başına çok gelmiştir böyle durumlar. Birileri çıkar, hiç olmayacak bir yerde, bir açlık grevi başlatmak ister. Bu ne talebe uygun bir mücadele biçimidir; ne de başarısı için koşullar vardır. Yanlıştır. Ama karşınızda şöyle bir durum vardır. Yanlış olmasına rağmen, o greve katılmadığınız takdirde, sizin grev kırıcı durumuna düşmeniz ve ayrıca bu bölünmeyi idarenin grevi ezmek için kullanması, dolayısıyla sizin durumunuzun da daha da kötüye gitmesi olasılığı vardır. Bu durumda hiçbir şekilde doğru bulmamanıza rağmen, açlık grevine, hem de onu savunanlardan daha büyük bir ciddiyetle siz de katılırsınız ki, kayıpları ve yanlışı asgari düzeyde tutup, gelişmeleri olumlu bir şekilde etkileyebilesiniz bir konumda bulunabilesiniz.
Dışarıdan bakınca, sanki siz de, hem de o kadar ciddiyetle sürdürdüğünüze göre, bu tamamen yanlış açlık grevini savunuyor ve uyguluyor görünürsünüz. Ama aslında siz o yanlışı; en azından kontrolden çıkmasını engellemek için, ince bir taktiği uyguluyorsunuzdur.
Bugünkü akıl dışı görünün yanlışları açıklamak için birinci açıklama böyle bir şey olabilir.
Türkiyelileşme stratejisi ve seçim başarısı, Kürt ulusalcılarının paradigmasını, yani sorunu Türkiye ve Bölgenin demokratikleşmesi aracılığıyla ulusal baskıdan kurtulmak değil; Kürtlerin ayrı bir devlet kurmasıyla ulusal baskıdan kurtulmak, stratejisini adeta diskalifiye etmişti. Tümüyle gündemden düşürmüştü. Ancak bu ulusalcı damar, hareket içinde, bu hala çok güçlü bir damardı. Hatta en “Apocu”larda bile böyle bir damar her zaman vardı. Bu damar adeta ölmemek için ölümüne bir saldırıya geçti. Buna varoşların gençlerinin isyanı da eklendi ve hatta Kürt ulusalcıları bu isyanı da yedeklerine aldılar ve baskıyı arttırdılar.
Bütün bunlara bir de muhtemelen Irak, Suriye ve Ortadoğu’daki dengeler nedeniyle, yani Türkiye’nin Sünnileri ve IŞİD’i desteklemesi nedeniyle, İran’ın da, Türkiye’nin IŞİD’i desteğine karşı onu zayıflatmak için, PKK’yı zorlaması da eklenince, PKK önderliği ve Kandil, bu güçlerin baskısına karşı direnecek kadar güçlü olmadığı için, karşıdan göğüsleyip bölünmeye ve daha büyük zararlara yol açmaktan ise, onu yöneterek asgari bir zararla kapatmanın yollarını bulmak çabasıyla, bu çizgiyi yönetmeye soyundu. Bu nedenle, dışarıdan böylesine akıl almaz ve yanlış bir politikanın uygulayıcısı gibi görülmektedirler.
Eğer Kandil hala Öcalan’ın projesine bağlıysa, bugünkü çizginin tek rasyonel açıklaması böyle veya buna benzer bir açıklama olabilir.
Her taktik ancak tabi olduğu strateji bağlamında anlaşılabilir ve değerlendirmelidir.
Kandildekiler aptal olmadıklarına göre, Öcalan’ın stratejisine hala savundukları varsayıldığı taktirde, şu an dışarıdan akılsızca gibi görünen yanlışları doğru bir taktik olarak açıklamanın tek biçimi budur. Engellemeye gücün yetmediği bir yanlışı, kontrolü elden kaçırmadan sürdürerek, zararı asgari düzeyde tutmaya çalışmak.
*
Ancak ikinci bir rasyonel açıklama daha vardır: Kandil, Öcalan’ın çizgisini terk etmiş, ona karşı bir savaş ve tasfiye harekâtına girmiştir. Tabii bütün karşı devrimlerde olduğu gibi, bu da devrimin bayrağıyla, yani Öcalan’ın bayrağıyla yapılmaktadır.
Türklerin ezilenlerini kazanmak; Türkiye’de demokrasi mücadelesi yürüterek Türkiye’deki bir demokratik devrim aracılığıyla Kürtlerin de üzerindeki ulusal baskıya son vermek; çizgisi terk edilmiş; Kürtlerin ayrı bir devlet kurması çizgisi esas önceliği almıştır. Bunun için uluslar arası koşulların da olağanüstü uygun olduğu düşünülmektedir. Bugünkü taktiklerin esası aslında hem Öcalan’ın terminolojisini kullanarak, aslında fiilen Öcalan’ı tasfiye etmek; ayrıca onu bayrak olarak kullanarak bütün günahı da onun çizgisine yüklemek. Böylece Kürt hareketini, bütünüyle ayrı Kürt devleti kurma paradigmasına hapsetmek; Türklerin ezilenlerini kazanma stratejisinin yükünden kurtulmak.
Bu amaç açısından, böyle bir strateji açısından baktığımızda, “Hendek siyaseti” denenin son derece zekice ve rasyonel bir taktik olduğu görülmektedir. Böylece onlarca yıldır, PKK’nın egemenliğinden; Öcalan’ın programatik egemenliğinden şikâyet eden Kürt ulusalcıları şu birkaç ayda, onlarca yılda kaybettikleri mevzileri tamamen yeniden kazanmışlar; Öcalan ve PKK çizgisini olmamışa döndürmüş bulunuyorlar. Hem de bunu Öcalan’ın bayrağıyla yapıyorlar. Tıpkı Muaviye'nin İslam bayrağıyla İslam’ı; Stalin’in Lenin bayrağıyla Lenin’i gömmesi gibi.
Türk sosyalistleri de, her zaman olduğu gibi, yapılan yanlışa karşı hiç ses çıkarmayarak Kürt ulusalcılarına, Öcalan’ın çizgisini olmamışa çevirmelerinde destek olmaya devam ediyorlar.
*
Liberaller falan hep eleştirilerini “hendek siyaseti” denen mücadele biçimi üzerinden yürütüyorlar. Bu tipik liberal hastalığıdır. Güçleri sanki aynı amaçları paylaşıyorlar; aynı stratejide anlaşıyorlarmış gibi ele alarak, argümanlar aracılığıyla köşeye sıkıştırmaya çalışırlar.
Biz devrimciler olaylara böyle yaklaşamayız. Biz daima, strateji ve program sorunlarını gündeme taşıyarak, o strateji ve programlar bağlamında taktikleri değerlendirme ve tartışma yoluna girmeye; gündemi buraya çekmeye çalışırız.
Görüldüğü gibi, bu irrasyonel görünen siyasetin birbirine zıt program ve stratejilere göre bile bir rasyonalitesi olabilir. Ama çok açık bir şey var. Şu an Kürt ulusalcıları tam bir ilerleme ve başarı elde etmiş bulunuyorlar. Son otuz yılda elde ettiği tüm mevziler yitirilmiş bulunuyor.
Bunu somut olarak görelim.
Bu aralar çok revaçta olan bir söylem ulusalcılığın nasıl egemen olduğunu; ulusalcı paradigmanın nasıl egemenlik kurduğunu çok iyi gösterir.
Bilindiği gibi, Gezi’de Türk ulusalcılarının dilinden düşürmediği bir söz vardı. “Kürtler nerede?” Ya da sonradan “Kürtler Gezi’de neredeydi?” Kürtler oradaydı ama varsayalım ki yoktular.
Gerçek bir demokratın sorusu, bir devrimcinin sorusu, “Kürtler nerede?” diye sitem etmek olmaz ve olamaz. Bu aslında Kürt hareketine ve Kürtlere düşmanlığın tohumunu ekmekten başka bir işe yaramaz.
Gezidekiler demokrat olsaydılar veya Gezi’deki demokratlar ise şu soruyu soruyorlardı; “Kürtleri kazanmak için ne yapmalıyız?” “Kürtlerin mücadelesiyle bu mücadeleyi nasıl birleştirebiliriz?”
Gezi’de “Kürtler Nerede” diyen başlangıçtaki çevreler; eylem içinde eğitimle bu sorudan uzaklaşıp; Kürtleri nasıl kazanmalı; mücadeleyi nasıl birleştirebiliriz’e geldiler ve Kadıköy’de Lice katliamından sonra Lice için Kadıköylüleri Lice için yürüttüler;  yaşlı Laik-Kemalist teyzelerin bile Kürtçe slogan atmasını sağladılar.
Yani sizin programınız gerçekten demokratikleşme ve bir demokratik devrim ise, nesnel olarak bundan çıkarlı olan güçleri kazanma gibi bir derdiniz, bir stratejiniz olur. Nerdesin diye sitem etmez, onunla ilişki kurmaya; onu kazanmaya çalışırsınız.
Şimdi benzerini tersiden görüyoruz. “Kürdistan’da insanlar ve şehirler bombalanırken, yok edilirken batı nerede?” diye yüzlerce paylaşım görüyoruz.
Sitemle tarihin hiçbir döneminde bir gücün kazanıldığı görülmemiştir. Öte yandan bu sitemler nasıl Türk ulusalcılarının Kürtlere karşı düşmanlığının ve onları tecrit etmenin; demokrasi paradigmasının yerine ulusalcı paradigmayı egemen kılmanın aracı idiyse, bugünkü “Batı nerede? Veya “Türkler nerede?” söylemi de aynı şekilde, demokrasi paradigmasının yerine; ulusalcı paradigmayı egemen kılmanın aracıdır.
 “Kürtler nerede?” nasıl Türk ulusalcıların söylemi idiyse, “Türkler nerede?” de aynı şekilde Kürt ulusalcılarının söylemidir. Çünkü ancak Türk veya Kürt ulusalcısı bir paradigma içinde bu soru sorulabilir.
Demokratın soracağı soru ise şudur; Türkü veya Kürdü bu mücadeleye hangi taktik, program, strateji ve örgüt biçimleriyle kazanabilirim; nasıl bu farklı mücadeleleri birleştirebilirim?
Soru böyle sorulduğu an, günün acil sorusu, somutta şu hale gelir: Erdoğan’ın Sünni Emevi İslami emperyalizm hayallerine muazzam bir tepki duyan laikleri ve Alevileri ilk elde kazanıp, yeniden ortak bir mücadele cephesi oluşturacak, parolalar, taktikler, mücadele ve örgüt biçimleri neler olabilir sorusu olur. Soruyu böyle sordunuz mu, cevaplar kolayca ortaya çıkar. Cevap elbet “hendek siyaseti” denen taktik olamaz.
Soruyu doğru sormak çözümün yarısıdır.
Türkler nerede? Tıpkı “Kürtler nerede?” gibi yanlış bir sorudur. Bu ulusalcı paradigmanın sorusudur. Vereceğiniz cevap ne olursa olsun o paradigmaya hizmet eder.
Yanlış bir sorudur.
Batı’yı nasıl kazanabiliriz, mücadeleyi nasıl bileştirebiliriz; onları nasıl demokrasi mücadelesine çekebiliriz olmalıdır.
Batı’nın “Kürtleri nasıl kazanabiliriz?”in; “Kürtlerin ulusal baskıya karşı mücadelesiyle Buradaki demokrasi mücadelesini nasıl birleştirebiliriz?” sorusunun cevabı da, Ulusun Türklükle tanımlanmış olmasına nasıl son verebiliriz? Türk sorununu nasıl çözebiliriz soruları olabilir.
Demir Küçükaydın

15 Aralık 2015 Salı

Hiç yorum yok: