14 Nisan 2015 Salı

Başka Bir Açıdan Diyadin Provokasyonu

Defalardır yazdık, egemen sınıflar, güçler, hatta kişiler, kendi egemenliklerin sonunu dünyanın sonu olarak görürler ve onu savunmak için dişleriyle, tırnaklarıyla savaşırlar; her şeyi göze alırlar. Bütün tarih bunun kanıtlarıyla doludur. (Devrimler aslında dünyanın en kansız olaylarıdır. Eski düzen dalında olmuş bir elma gibidir, küçük bir esinti onun düşmesine yeter. Ama sonra, sonu gelenlerin bu sonu geciktirmek için korkunç direnişi başlar. Bu direnişi kırmak için devrimlerin kendini savunması, devrimin kendisiyle karıştırılır genellikle tarihçilerce ve genel imgelemde.)
Erdoğan’ın da durumu budur. O artık geri gidemez. En küçük bir geri adım; en küçük bir zayıflık belirtisinin sonu olacağını bilmektedir. Bu nedenle daha ileri gidecek, her adımda daha tehlikeli sonuçlar doğuracak adımlar atacaktır.

Diyadin Provokasyonu bunun ilk örneğidir. Erdoğan’ın sözcüsünün ve Vali’nin dediği gibi yenileri gelecektir. Ve Ordu’nun bu operasyonun Vali’nin isteğiyle yapıldığını açıklaması, Türk Devlet sisteminde Valiler, emri devletin başından aldıklarından, bu provokasyonu planlayanın bizzat Erdoğan olduğunun en temel kanıtıdır.
Aslında birisi oturup, sadece Hükümetin, Valinin, Genelkurmayın vs. söylediklerinin ayrıntılı bir analizini yapsa bile, bunu kolayca açığa çıkarabilir.
Bunu parça parça, kısım kısım bir sürü gazeteci yazılarında yaptı ve yapıyor.
Ama burada tartışmak istediğimiz sorun başka.
*
Hiçbir ordu veya savaşan güç için karşı taraf bilinmez değildir. Karşı tarafın güçleri, nerede oldukları, hareket ve ateş kabiliyetleri vs. genel olarak her zaman bilinir. Savaşla biraz haşır neşir olup, özel savaş dairesinin psikolojik savaş dairesinde görevli, insanlardan gerçeği gizlemekle görevli olmayan herkes, bunu bilir. Özellikle de en iyi askerler bilir.
Normal zamanlarda, yani savaşın olmadığı zamanlarda bu bilgiler, karşı tarafı avlamak için değil; karşı taraf tarafından sürpriz bir baskına uğramamak için kullanılır.
Türk ordusu ile PKK arasındaki savaşta da böyledir.
İkisi de birbirlerinin ne yaptığını, nerede olduğunu bilirler.
Eğer çatışma isterlerse, her an bunu başlatacak durumdadırlar.
*
Şimdi konuyla ilgisiz gibi görünen İstanbul Festivali’nde yasaklanan Bakur (Kuzey) isimli filme gelelim. (Filmin yasaklanması da doğrudan Diyadin Provokasyonu ile ilgilidir.)
Bu filmde anlatılan gerillanın dağdaki hayatının nasıl geçtiğidir. Filmin yapımcısı Ertuğrul Mavioğlu ile yapılan söyleşiden filmin konusunu biliyoruz. Gerilla’nın Türkiye hudutları içindeki hayatı. Bu bölgeye, Kürtçede de Bakur (Kuzey) dendiği için filmin adı Bakur.
Özetle de şöyle. Gerillalar dağlarda, kamp yerlerinde, mağaralarda yaşıyorlar. Kışın yüksek dozlu eğitim, yazın da genellikle, futbol, şiir, voleybol, okuma, vs. ile vakit geçiriyorlar.
Sanılıyor mu ki, Türk ordusu o gerillanın aşağı yukarı nerelerde olduğun bilmiyor. Sanılıyor mu ki gerilla kendisine bir çatışmada taraf olacak birliklerin aşağı yukarı nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmiyor.
Hayır, her ikisi de birbirini bilirler.
Politik durum bir “tahkim edilmiş ateşkes” olduğu için, yolda karşılaşsalar bile birbirlerini görmezden gelirler, kafalarını çevirir veya yollarını değiştirirler.
Olan şu son iki yılda da buydu.
*
Bu durumu hükümetin bir provokasyon olanağı için kullanacağı apaçıktı.
Çünkü siz bir birliğe, git orayı koru, dediğiniz anda, makine harekete geçer, gerisi kendiliğinden olur. Düşünün saldırmaya alışmış bir köpeğiniz var ve tasmasını çıkarıp salıyorsunuz. Gerisinin ne olacağı bellidir.
Türk devleti merkezi bir devlettir. Yani oraya birlik gönderilmesini isteyen vali, emri devlet başkanından alır. Bu bile provokasyonu başlatanın kim olduğunu gösterir.
Bu merkezi yapıyı kullanarak bölgedeki askerlerle PKK gerillalarının karşı karşıya ve birbirilerini görmezden gelemeyecekleri bir şekilde gelmesi amaçlanmıştır.
Bu çok açık.
Türk devleti böyle davranır ve davranacaktır.
*
Ama gerilla demek, aynı zamanda inisiyatif göstermek, global düşünüp yerel davranmak; yani devrimci politik uyanıklık içinde olmak demektir.
Bu olayda yeterince devrimci politik uyanıklık gösteremeyen bölgedeki gerilla birliğidir.
Neden ve nasıl?
*
Referandum dönemi başladığından beri, Provokasyon yapılacağı apaçık. Gerek KCK yöneticileri, gerek HDP yöneticileri, özellikle de Öcalan, ayrıca kendisine bile saldırı düzenlenebileceğini söyleyen Demirtaş ve normal insanlar, sağduyulu herkes bunu tekrarlamaktadır.
Kaldı ki bütün bunlar olmasa bile, gazete haberleriyle yapılacak bir durum yargılamasında bile Erdoğan’ın nasıl her şeyi göze aldığı görülebilir.
O halde, böylesine kritik bir durumda, kritik karşılaşmalardan kaçmak, gerillanın göreviydi.
Her gerilla birliği, bu politik durum yargılamasını yapıp, şu iki yıl boyunca, ateşkes dönemindeki alışkanlıklarını ve yaşam tarzının derhal değiştirilmesi gerektiğini görüp, her hangi bir şekilde bir karşılaşma veya çatışmaya yol vermemek için savaş düzenine geçmeliydi. Çünkü “barış süreci” denen ateşkes düzeninde, karşı tarafın sizi görmezden geleceğine göre hareket ediyordunuz.
Ama “seçim” denen referandum “Sathı Maili”ne girişle ve HDP’nin yüzde on barajını aşması neredeyse kesinleşir gibi olunca, bunun Erdoğan’ın tiranlık emelleri için bir son olduğu ortaya çıkınca, Erdoğan’ın “Barış Süreci”ni kirli bir mendil gibi fırlatıp atacağı ve başında bulunduğu cihazı bunun için kullanacağı; ayrıca o cihazın içindeki en inkârcı ve faşist güçlerle ittifaka yöneldiği bilinmeyen bir şey değildi.
Bu durumda, her gerilla birliği, her birlik komutanı bu değerlendirmeyi yapıp, yaşamı, ritmini, davranışları buna göre planlamalıydı. Yani hiçbir şekilde Türk devleti ve onun birlikleriyle temasa geçmeme üzerine kurmalıydı. Taktikler buna göre belirlenmeliydi. Karşı tarafla sürpriz karşılaşmalardan kaçınmak için onun nerede olduğunu, ne yaptığını bilmeniz gerekir. Öte yandan onun sizin nerede olduğunuzu bilmemesi gerekir. Yani ateşkesi korumak için savaş düzenine geçilmeliydi. Şu iki yılda edinilmiş alışkanlıklar derhal terk edilmeliydi.
Ve Ağrı civarında her yıl eğlencelere giden o birlik, davet edildiği eğlenceye gitmeyeceğini söylemeliydi.
Bu anlamda bölgedeki gerilla birliği yeterince devrimci uyanıklık göstermemiştir.
*
Gerilla birliğinin gösteremediği devrimci uyanıklığı ise, Diyadinli köylüler göstermiştir.
Hayatlarını ortaya koyarak, canlar ve yaralılar vererek, Erdoğan’ın provakasyonunu en kör göze bile batarca görülmesini sağlamışlardır.
Onların devrimci uyanıklıkla birleşmiş kendini adanmışlıkları olmasaydı, bugün askerler ve belki gereken uyanıklığı gösteremeyen gerillalar da yaşamıyor olacaklardı.
Türkiye’nin dört bir yanındaki “Şehit Cenazeleri”nde Ergenekon’un kışkırtmak için alesta beklettiği yedek güçler sokaklara sürülmüş olacaktı.
Ve bu ortamda en büyük parsayı Erdoğan toplayacaktı.
*
Kürt halkının son yirmi yıldaki muazzam siyasi gelişimi olmasaydı, o köylüler böylesine devrimci uyanıklık ve fedakârlıklar gösteremezlerdi.
Türkiye’de Kürtler siyasi bakımdan hızla ilerlerken, Türkiye’nin gerisinde Türkler korkunç bir gerileme içinde bulunuyor.
Herkes provokasyondan söz ederken, hep Kürtlerin ve Kürt hareketinin provokasyona gelmesinden korkuyor.
Korkmayın, Kürt hareketi bu siyasi tecrübeye sahiptir. Yeterli uyanıklığı gösteremeyen Gerilla’nın bile içine işlemiş bir uyanıklık vardır ve ateşi altındaki Türk askerlerini sadece kımıldamadan durmaya zorlamış, öldürücü yerlerinden vurmamaya ve öldürmemeye dikkat etmiştir. Köylülerin gelip onları alması ve kurtarması için davranış göstermiştir.
Ama Batı’dan korkalım.
Batı’daki Türkler siyasi bakımdan geri ve gericidirler. Her türlü pisliğin oradan çıkması olasılığı daha büyüktür.
*
Tabii bu arada Gerillanın en azından 7 Haziran’a kadar dağlarda bir ruh gibi yaşaması; görünmez olması gerekiyor.
Eğer HDP  %10’u aşarsa, bu oylarla kazanılmış; umutsuz bir durumdan zafer yaratılmış ikinci bir Kobane olacaktır.
Bu sözler kimilerine çok devrimci gelmeyebilir.
Elbette bir düzen değişikliği olmayacak.
Ama bölgedeki güç dengeleri kökten değişecek, Yirmi yıldır egemen şu kokuşmuş hava yavaş yavaş dağılmaya başlayacak.
Bu az şey midir?
Demir Küçükaydın
14 Nisan 2015 Salı


Hiç yorum yok: