13 Şubat 2015 Cuma

Seçimler ve HDP

(Son yazıyı 10 Ocak’ta yazmışız. Bugün 13 Şubat. Bir ayı aşkın bir süre geçmiş. Aslında artık günlük politik gelişmeler üzerine yorumlardan ziyade uzun vadeli, kalıcı bazı kitap çalışmalarına girmeyi planlıyordum. Ama öyle görülüyor ki en azından Haziran’daki seçimlere kadar bu mümkün olmayacak. En çok tartışılan ve konuşulan konudan başlayalım.)
Yüzde 9,8 aldıktan sonra HDP’nin parti olarak girmemesi, kendini inkâr olurdu.
Ayrıca Özgürlük Hareketi hedeflerini Tüm Ortadoğu’daki gelişmelere göre belirleme durumundadır. Türkiye’deki gelişmeleri de Ortadoğu bağlamında almak durumundadır. Bu hareket stratejisini ufku AKP’yi engellemekten öte bir şey görmeyenlerin perspektifiyle strateji ve taktiklerini belirleyemez ve belirlememelidir.
Parti olarak katılma Kürt Özgürlük Hareketine öncelikle, kendi rezervlerini harekete geçirme olanağını sunar ve bunun gerekliliğini dayatır.

Bu rezervler nelerdir?
1)      Sadece Kürdistan’da değil, tüm Türkiye’de oy istenecek. Bağımsız adaylarla girildiğinde bu mümkün olmuyordu. Cumhurbaşkanlığı seçiminde alınan yüzde 9,8’de Türkiye çapında oylamaya katılıyor olmanın payı büyüktür.
2)      Milletvekili sayısı kadar aday gösterilecek. Bağımsız adaylarla girildiğinde çok az sayıda aday gösterilebiliyordu. Unutmamalı ki, en seçilemeyecek yerdeki aday bile, adıyla, ilişkileriyle yepyeni bir çevre, yeni çabalar, yeni bir olanaklar demektir.
3)       Seçim esnasında verilen ama kaybolan, iptal edilen oylar, hem daha sıkı ve tüm ülke çapında sandık müşahitleriyle engellenebilir; hem de bu seçimde CHP’li sandık müşahitleri bile, AKP’nin Anayasayı değiştirecek bir çoğunluk kazanamamasını engellemek için, HDP’nin oylarının kaybolmaması için daha dikkatli ve itiraza yatkın olacaklardır.
4)      Mevsimlik işçiler, Parti olarak girilmediği için, şimdiye kadar yeterince değerlendirilememiş bir güçtü. Örgütlenir, mobilize edilebilirse esas olarak Kürdistan’dan çıkan mevsimlik işçilerin yüz binlerce oyu gelebilecektir.
5)      Bağımsız adaylarda Avrupa’daki oylar mobilize edilemiyordu. Özgürlük hareketi Avrupa’da çok örgütlü ve etkiliydi ve bu güç etkisiz kalıyordu. Parti olarak seçimlere katılmak, bu muazzam gücü kullanma olanağı vermekte; gereğini dayatmaktadır.
Özetle, HDP çok büyük hatalar yapmaz, akıllıca aday seçimleri yaparsa (ki şimdiye kadar böyle davrandı, bu sefer de öyle davranmaması için görünür bir neden yok) sadece şimdiye kadar kullanamadığı kendi rezervlerini kullanarak bile yüzde on barajını aşacak kadar oy alabilir.
Kaldı ki, AKP’nin yolsuzlukları; Erdoğan’ın tek adam olarak iktidar hırsı; özgürlüklerin sürekli daraltılması; iktidarın yarattığı çürüme; yönetimde idealistlerin yerini kariyeristlerin alması; Cemaatle girilen çatışma; ekonominin eski durumunda olmaması; dış politikanın, özellikle Suriye politikasının iflası ve her an sokaklarda yatan ve dilenen Suriyeli mültecilerde bunun görülmesi gibi, her biri henüz küçük ama bir araya geldiklerinde kümülâtif etkisi AKP’ye oy vermiş seçmende büyük olan bir demobilizasyon yaratabilir. En azından AKP’ye oy vermiş seçmenler, AKP’nin iktidarda kalacak oyu zaten alacağı verisinden hareketle, en azından biraz da uyarılması, Tayyip’in dizginlenmesi anlamına gelecek şekilde, oy vermeyerek oy verebilirler.
Bu seçimde sandığa gitmek için eskisinden daha az bir motivasyon bulacaktır normal namuslu emekçi ve AKP’ye oy veren insanlar. Bu da yüzde on için gereken oy miktarında belli bir düşüş anlamına gelir.
Bütün bunlar hesaplandığında AKP’ye oy veren Kürtlerden hiçbir kayma olmasa; CHP’ye oy veren “laikler” ve Aleviler beton gibi dursa bile,  sadece Parti olarak seçimlere katılmanın sağlayacağı bu olanaklarla ve zorunluluklarla HDP yüzde on barajını aşabilir.
Kaldı ki, konjonktür hiç olmadığı kadar HDP’nin ve Kürt hareketinin lehinedir. Seçimlerden sonra bir de Kobani zaferi kazanıldı. Kürtlerin Özgürlük Hareketine en uzak kesimleri bile belli bir yaklaşma içindeler. Erdoğan’ın politikaları AKP’ye oy veren Kürtlerde ciddi kırılmalara yol açtı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de sanılanın aksine CHP’ye oy veren kesimlerden değil, esas olarak önceden AKP’ye oy vermiş Kürtlerden oy artışı sağlanmıştı. (Bu noktaya Gürsel Tekin bile bir TV programında dikkati çekmişti.)
Tarih böyle fırsatları her zaman vermez. Kürt hareketi altın çağını yaşadığı şimdi girmeyecek de ne zaman girecek?
Yani CHP’ye oy veren Batı’daki “laik” kesimlerden oy gelmese, Aleviler Kobani’deki zaferin kendileri için anlamını görmek istemeseler bile sadece var olan rezervler ve Kürtler içindeki hareketlenmeler bile yüzde on barajını aşmayı sağlayabilir.
Kaldı ki, Çerkezlerden Lazlara; Ermenilerden Süryanilere kadar birçok farklı din ve dillerden “azınlık”lar da HDP’yi dikkatle izliyorlar.
Ayrıca şu faktörler de eklenebilir:
Şu ana kadar HDP nasıl olursa olsun gündemdeki parti, tartışılan parti oldu. “Reklamın kötüsü yoktur” derler.
Bu seçimde HDP’ye oy verirsem oyum boşa gider korkusu yoktur. Hatta HDP’ye oy vermezsem oyum boşa gider korkusu olacaktır. Yani sadece HDP’nin meclis dışında kalmasını engellemek için bile oy verenler olabilir.
Her şey bir yana bunlar bile yukarıdakilerle birlikte HDP’nin barajı aşabileceğini gösterir.
Ayrıca, “Devlet Aklı” da uzun vadeli hesapları bakımından HDP’nin yüzde on barajını aşmasından çıkarlıdır.
Çünkü o “Devlet Aklı”, yani askeri ve bürokratik oligarşi dediğimiz, ta Sümerlerden beri gelen devlet ve devletçilik, Ergenekon tevkifatlarıyla epeyce bir bağırsak temizliği yapmış ve “Kürtlerle çatışarak bölünmek ve küçülmek değil; Kürtlerle birleşerek büyümek” stratejisine geçmiş bulunuyor. Bu stratejik değişikliğe bağlı olarak, Öcalan ile Devlet görüşüyor. Bu stratejinin geçerlilik kazanabilmesi için, devlet bir yandan Kürtlerin varlığını tanımaya yönelik adımlar atarken; Kürtlerin de sisteme entegre edilmesi ve ehlileştirilmesi gerekir.
HDP’nin seçimlere girip yüzde onu aşması ve Türkiye politikasının bir aktörü haline gelmesi, bu entegrasyonun gerçekleşebilmesi için olmazsa olmaz koşuldur.
Devlet denen şey aslında bir zamanların saray teşrifatçıları, harem ağaları; günümüzün protokol memurlarıdır. Devlet denen şey, kendini feth edenleri, küçük ayrıntılarıyla, biçimsel gibi görünen, “ne olacak canım buncacık şeyden bir şey olmaz” türden değişiklikleriyle feth eder.
Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanı iken arkasında duran genç subay yaveri göstererek, “işte devlet budur” demesi boşuna değildir. Bu nedenle demokrasi demek bu mekanizmanın parçalanması demektir. Bu mekanizma kendini ele geçirenleri ele geçirir.
Belediyeleri ele geçiren Kürt hareketi, o kıçı kırık belediyeler tarafından bile ele geçirilmesine karşı ne yapacağını bilmiyor. Şimdilik çürümeye karşı taze kan sağlayan dağlar var. Ama yarın öbür gün, şehir hayatının konformizmi içinde bu kanallar kuruduğunda ne olacaktır? Besili ve göbekli şık peşmerge resimlerini aklımızdan çıkarmayalım.
Her neyse, bütün bunlar bir yana, hem büyük devletler, hem de Türk Devleti bile şu an HDP’nin yüzde on barajını aşmasından çıkarlıdır. Böylesine muazzam güçlerin böylesine uygun bir korelâsyonu her zaman ortaya çıkmaz.
Bu seçimde hedef barajı aşmaktan öte, çok daha büyük bir oy oranına ulaşmak olmalıdır. Çünkü aslında bu olanak vardır. Akıllıca taktikler uygulanır, demokrasi mücadelesinin bayrağı ele geçirilebilirse, özellikle Erdoğan’ın tek adam diktatörlüğüne gidişine karşı mücadelenin bayrağı ele geçirilebilirse, CHP’ye oy veren seçmende büyük bir kayma yaratılabilir. HDP sadece nitel değil, nicel olarak da ana muhalefet partisi olabilir.
Böyle bir çizgi, “Barış Süreci” denen, “kazan kazan” ateşkes sürecini olumsuz etkilemez; aksine Özgürlük Hareketine daha geniş bir alan sağlar.
Peki, HDP, bütün bunlara rağmen barajı aşamazsa ne olur?
Seçimler ve seçilen meclis kadük olur.
PKK ve Kürt hareketi kendi yolundan gider, sokaklarda özerkliğini ilan eder. O zaman vursun bakalım Türk devletinin uçakları, Diyarbakır’ı, Dersim’i, Hakkâri’yi. İşlerin buraya varmaması için de yüzde onu aşması herkesin çıkarınadır.
*
Evet, seçime Parti olarak girme kararı doğrudur. Bu kararı vermemesi hareketin kendini inkârı, kendi ayağına kurşun sıkması olurdu.
Barajı aşması bütün ilişkilerde ve güç dengelerinde bir nitelik değişikliği anlamına gelecektir.
Ancak bu doğru taktiği bir stratejik hedef olarak ele aldığımızda, HDP’nin bu doğru stratejiye uygun taktikler uygulamadığı görülmektedir. Yanlış gördüğümüz birkaçını burada ele alalım.
*
Parti olarak seçimlere girme kararıyla birlikte CHP’ye şöyle bir öneri yapılabilirdi: “Gelin bu freni patlamış araba gibi bu gidişi durdurabilmek için, Erdoğan’ın en azından anayasayı değiştirecek çoğunluğu almasını engellemek için, birlikte aynı listeden girelim. Biz milletvekili sayısı bakımından alabileceğimizden daha azına da razı olabiliriz. Evet, görüşlerimiz ayrıdır. Ama bu noktada taktik bir seçim ittifakı yapabiliriz. Buna gelmezseniz bir kendimiz bağımsız parti olarak katılacağız.”
Politikada, en karşı olunan ve kendisiyle mücadele edilen güçlerin içinde bile farklı stratejilerin, farklı güçlerin bir mücadelesi vardır. Akıllı politikacı, karıncanın bile gücünü ciddiye alan politikacıdır. Bu nedenle, karşı güçler içinde bile, sizin stratejinize yakın olanların güçlenmesine hizmet edecek taktikler uygulamak, onların etkisini arttırmaya yardımcı olmak gerekir.
(Örneğin Abdullah Öcalan, hep böyle davranmıştır. Ateşkeslerle, Atatürk’ten alıntılarla, Yavuz veya Alpaslan’dan örneklerle, aynı zamanda, inkârcı güçlere karşı devletin içindeki “bu iş bölme gitmez Kürtlerle anlaşmamız lazım” diyenlerin elini güçlendirmeye çalışmıştır. Tabii karşılık olarak bu devlet de bir “devlet aklı”na sahip olduğu için, gereğinde Öcalan’ın yaşamını korumuştur.)
Böyle bir öneri CHP içindeki ulusalcıların etkisini kırmak hatta onlardan kurtulmak isteyenlerin konumunu güçlendireceği, ulusalcı ve inkârcıların etkisini kıracağı gibi, CHP’lilerdeki ön yargıların ve özellikle ulusalcıların yaydığı “HDP Erdoğan’la anlaştı” propagandasının önünü keserdi.
Böyle bir öneri aynı zamanda CHP’yi köşeye sıkıştırırdı. Öneriyi kabul ederse, Türkiye’nin batı kesimlerinde laikler ve Aleviler arasında HDP’ye duyulan güvensizlik ve kuşku büyük ölçüde kırılır ve yepyeni olanaklar açılırdı. Bu olmasa bile bugün HDP aleyhinde yapılan propaganda etkisini yitirirdi. Kabul etmezse, kendisi kaybeder, Erdoğan’ı durdurmak için yapılmış en akılcı teklifi geri çevirmiş olurdu. Böylece HDP, CHP’den uzun vadede büyük bir kayış sağlamak için bir temel oluşturulmuş olurdu.
Bütün bunlar yapılmadı, peki ne yapılıyor?
Özgürlük hareketi bunun yerine, Alevilerin ve laiklerin HDP’ye duymaya başladığı ilginin önünü kesmek üzer kurulmuş bulunan Haziran Hareketi’ne yönelerek, yanlış bir taktik uyguladı. Aslında kanımca onlara hiç hak etmedikleri bir yer ve değer verdi. Haziran hareketi de şimdi Kürt hareketinden el alarak, Haziren Hareketi, CHP, HDP birleşsin diye kampanyalar açıyor. Aslında bu kampanyaların bir tek amacı Haziran hareketi bileşenlerinin eninde sonunda oylarını CHP’ye vermesi ve HDP’nin önünü kesmektir. Kendine Haziran Hareketi adanı veren bu sözde “Komünist”ler, CHP’li ailelerin ergen çocuklarının  “komünist” sivilceler çıkardıkları dönemin birliğidir. Kadıköy, Türkiye’nin en laik ve CHP’li yeridir ve de aynı zamanda en “komünist” bölgesidir. Geçerken insan kendini “Kurtarılmış Bölge”de sanabilir.
Haziran Hareketi’nin veya sözcüsü pozisyonundaki Alper Taş’ın, bir parça “Komünistlik” ile ilgisi olsa, böyle sözüm ona birlik çağrıları ile aslında bölücülük yapmaz, açıktan HDP’ye oy verilmesini savunurdu. HDP’nin etnik politika yaptığı gibi bir şey söylemez; Türk devletinin etnik bir devlet olduğu; Türk devletinin Türklüğüne karşı savaşamamanın kendisinin etnik politika yapmak olduğunu; CHP’nin Türk devletinin Türklüğünü tartışma konusu yapmayarak etnik politika yaptığını söylerdi.
İşin kötüsü bugün Eşber Yağmurdereli gibi arkadaşları da bu çağrıcılar arasında görünce, insan şaşırıyor.
ÖDP, TKP vs. gibilerinin gözü her zaman CHP’dedir ve Kürt hareketine karşı her zaman soğuk ve düşmanca davranmışlardır. Sekter ve ergen çocuklarla enerji harcamaktansa yukarıda önerildiği gibi bir politikayla CHP’ye yönelmek, “Haziran Hareketi”  gibi, Gezi Hareketinin bugün sönmesinin baş sorumlusu olan hareketleri de deklase ederdi.
Ne yazık ki bu fırsat kaçırılmıştır. Hatta Kürt hareketi kendi başına bir çorap örmüştür. Eşber Yağmurdereli gibi arkadaşları da Haziran Hareketi ile birlik çağrıcıları arasında görmek bu çorabın epey baş ağrısına yol açacağını gösteriyor.
Ne yazık ki, Ertuğrul Kürkçü bile, CHP ile köprüleri atan bir konuşmasında, “İlkelerde birlik olur” gibi saçmalıkları tekrarlayıp durmuştur. İlkelerde birlik olmayacağını herkesten iyi bilmesi gerekir Kürkçü’nün. İlkelerde birlikle ancak tarikatlar ve sektler kurular. Somut işlerde, somut hedeflerdi, programlarda birlik olur. Mecliste AKP’nin anayasayı değiştirecek bir çoğunluk elde etmesini engellemek pek ala somut bir taktik hedef olabilirdi ve bu hedef için ittifak yapılabilirdi.
Ayrıca böyle bir öneri, AKP karşısında HDP ve Kürt hareketini daha güçlü kılar ve hareket alanını daha genişletirdi.
Peki, Kürt hareketi bu hatayı yaptı da, Bileşenler olan “Türk Sosyalistleri”nden ses çıktı mı? Ne gezer, hepsi hınk deyicilik yaptılar.
*
Barış Süreci’nde esas olarak şöyle bir strateji izlenmeliydi. Demokratikleşme ölçüsünde adım. Anayasal garantilerde de silahlı mücadeleye son.
Yeni güvenlik yasası ile müzakereler kesinlikle birbirine bağlanmalı ve eğer bu güvenlik yasası geçerse biz bu müzakerelerden çekiliriz, çünkü fikir özgürlüğü ve diğer özgürlükler olmayan bir yerde hakların yasal yollarla savunulması olanaksız olur denmeli; bu açıkça tüm Türkiye halkına duyurulmalı ve anlatılmalıydı.
Gerçekte de silahlı mücadele fikir ve örgütlenme özgürlüğü olmadığı için başlamıştı.
İktidarın ve devletin bütün stratejisi bunları birbirinden ayırmaya dayanıyor. Böylece ateşkes ve barış ile demokratik ve köklü değişimler birbirine kopmazca bağlanırdı. Devlet şu ana kadar demokratikleşme yönünde en küçük bir adım bile atmış değildir, aksine Amerikan kelepçesi gibi en küçük olanağı bile tıkamaktadır.
“Türkiye Partisi” olmanın olmazsa olmazı budur. HDP veya Özgürlük Hareketi, “Demokrasi Partisi” olduğunda “Türkiye Partisi” olur.
Demokrasi ise bu merkezi bürokratik mekanizmanın parçalanmasını gerektirir. Ancak böyle yapıldığı takdirde bir süre sonra, Kobane’de tohum halinde ortaya çıkan ve görülen, gerillanın, sadece Kürtlerin değil; demokrasinin ve özgürlüklerin gerillası olarak algılanması; demokratik bir düzenin savunucusu olarak görülmesi ve demokratların ona akışı başlardı.
Hâlbuki şöyle bir durum var. Bir yandan Güvenlik Paketi’ne karşı çıkılıyor ama hükümetten bu paketin geri çekileceğine dair en küçük bir adım bile gelmez en küçük bir ima bile yapılmazken, diğer yandan yakında müzakerelere geçeceğiz deniyor.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.
Bu güvenlik yasasının geri çekildiği ve çekileceğine dair en küçük bir ima bile iktidardan gelmez iken böyle.
Öte yandan şöyle şeyler duyuyoruz. Bir yandan hükümet Avrupa Birliği Yerel Yönetim Şartını imzalayacakmış ama bu verilen tavize karşılık Valiler için binlerce (30.000 rakamı var) eleman alınacak ve Valilere (Veya bölge valilerine) her türlü yetki verilecek. Yani bu merkezi devlet, kaşıkla verip kepçeyle alacak.
Bütün bunlar batıda ve demokratik kesimlerde güveni sarsmaktadır. Bereket Öcalan’ın (ve Genel Kurmay’ın başka nedenlerle) güvenlik yasasına karşı çıktıkları ve bu nedenle geri çekildiği gibi bir yorumu satır aralarında görüyoruz.
 “Polise olağanüstü yetkiler veren iç güvenlik paketinin TBMM Genel Kurulu’ndaki görüşülmesi beklenirken, görüşmelerin tekrar ertelenerek gelecek haftaya bırakılmasında çözüm süreci kapsamında yapılan görüşmelerin etkili olduğu dile getiriliyor. Geçen hafta İç güvenlik paketinin genel kurulda görüşmesine başlanacağı 4 Şubat 2015’te, Ceylan Bağrıyanık’ın da katılımıyla 5 kişiye çıkan HDP heyeti İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan ile kritik bir görüşme yaparken aynı gün iç güvenlik paketinin görüşmeleri de bu haftaya ertelenmişti. Kulislere yansıyan bilgiye göre, çözüm sürecinde pek çok konuda uzlaşma zemini sağlanırken, hükümetin TBMM’ye getirdiği iç güvenlik paketinin çatlağa neden olduğu belirtiliyor.”(Cumhuriyet, “Asker de Öcalan da Kaşı”, http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/211179/Asker_de_Ocalan_da_karsi.html)
Öcalan’ın yaptığını neden yeri görü inleterek HDP yapmıyor anlaşılır gibi değil.
Güvenlik paketinin hiçbir şekilde süreç ile bir arada düşünülemeyeceği açık olarak ifade edilmeli,  Bu açık olarak her yerde dile getirilmeliydi. Güvenlik yasasına karşı sokağa çıkmak için CHP’ye ve tüm diğer güçlere, hatta AKP’nin tabanına sürekli çağrı yapılmalıydı.
*
Başkanlık konusu da yine devletin yapısının parçalanması üzerine çekilebilirdi. Valilikler kaldırılsın, onların yerine seçilmiş yöneticiler getirilsin. Emniyet kuvvetleri seçilmiş bu yöneticilerin emrine verilsin. Yargı tamamen yargıçlarca ve kararlarının doğruluğu ölçüsüyle seçilmeli ve terfi etmeli. Memurların tayin ve terfisinde bağımsız memur sendikalarının tutacağı siciller esas alınmalı. Polis ve Nezarethanelerin denetimi devletten bağımsız insan hakları kuruluşlarına verilmeli. Bu ve benzeri bir devlet yapısının açıklaması yapılır, böyle olduktan sonra bakanlar kurulu veya başkan yürütmeyi yapıyormuş önemli değildir şeklinde bir kampanya yürütülebilirdi. Bu yapılmadı.
*
Müzakereler açık olacak dendi. Öcalan’ın taslağından söz edildi. Hiçbir ses ve niye ses olmadığına dair en küçük bir açıklama yok. Ciddi politikacı ciddi gazeteci gibi sözünü takip eder. Her durumda açıklama yapar. Unutturmaya ve suskunlukla geçiştirmeye çalışmaz.
Bu listeyi uzatmak mümkün.
Ama bütün bunlara rağmen yine de yüzde on barajını aşabilir HDP. Çünkü Özgürlük hareketinin stratejisi ve hedefleri onu güçlü ve haklı kılıyor.
Yanlış bir stratejinin handikapları doğru taktiklerle ortadan kaldırılamaz diye bir söz vardır.
Doğru bir stratejiyi de yanlış taktikler olmamışa çeviremez.
Hatta yanlışlarınız bile döner dolaşır size hizmet edebilir.
Demir Küçükaydın
13 Şubat 2015 Cuma



Hiç yorum yok: