8 Ocak 2015 Perşembe

Paris, Kobane, İstanbul

Paris, gelişmiş zengin ülkelerdir, Avrupa’dır, Amerika’dır.
Kobane, Kürt Özgürlük Hareketidir ve Ortadoğu’dur.
İstanbul, Türkiye’nin gizli başkenti; ekonomi ve kültürün merkezi, ama her şeyden önce Ortadoğu’daki en büyük ve yoğun işçi sınıfının bulunduğu şehirdir.
Ve şehirler modern toplumun sinir merkezleri, düğümleridir.
Nasıl bir ülkeye piyade girmeden o ülke ele geçirilmiş sayılmazsa; kırlara ve dağlara egemen olmak yetmez; büyük şehirler feth edilmediği sürece zafer kazanılmış olamaz. Büyük şehre girmek, hatta onu ele geçirmek bile onu feth etmek değildir. Şehirler kendilerini feth edenleri feth ederler. Osmanlı ya da Fatih İstanbul’u değil; İstanbul Osmanlı’yı ya da Fatih’i feth etti. Bir tarihte Amerika’ya karşı zafer kazanan Vietkong ve Kuzey Vietnam’ın Saygon’u aslında hiçbir zaman feth edemediğini okumuştum. Sonunda Saygon Vietnam’ı feth etti.

Hafta sonu HDP’nin İstanbul il kongresini izledim. Kongrenin yapıldığı salon doluydu. İyi örgütlenmişti. Ama kongre değil, medyatik ve politik bir gösteriydi. Kürtler vardı, İstanbul işçilerinin en alt kesimi oluşturan. Ama şu görülüyordu: bu imgeyle, bu programla İstanbul’u kazanması bir yana; biraz düşündürmesi bile mümkün değildi.
Çıkmaz bu noktada.
Ortadoğu’daki en demokratik, en dinamik ve örgütlü hareket, Kürt Özgürlük Hareketi veya daha özcesi ve örgütsel ifadesiyle PKK veya KCK İstanbul’u kazanacak bir projeden, bir programdan yoksun. İstanbul’un işçilerinin sabrını ve coşkusunu harekete geçiremez. Bırakalım Paris’i bir kenara. Muhtemelen önümüzdeki yılarda olacak olan, Bizans’tan kalan İstanbul’un (Bu antik uygarlık kalıntısı devletin) Kürt gençlik aşısıyla bir kendini yenilemesi olacak.
Peki, İstanbul’un bir programı var mı Kobane veya Paris için?
Yok.
En dinamik ve canlı olduğu Gezi’de, bırakalım Dünya veya Orta Doğu için bir program veya vizyon geliştirmeyi bir yana; kendisinin bir canlı hareket olarak ülke çapında örgütlenmesini bile sağlayamadı. Bu yöndeki önerilerimiz ve çabalarımız yankısız kaldı. Ve örgütsel bir biçim bulamayan bütün hareketler gibi buhar olup uçtu.
Son kalıntıları tekrar Kemalistlerin eline geçti, Validebağ’da desteğe gelen Kürtleri kovdu. Ulusalcıların dilinde adı bile gezi olmaktan çıkıp “Haziran Hareketi” oldu.
İstanbul’un işçileri ise, AKP’nin ardında ve ufuklarında ne Paris (Dünya), ne Kobane (Ortadoğu ve Kürtler) var. Bırakalım onlar için bir program ya da vizyonu bir yana.
Paris ise, dünyadaki bu apartheid düzenini sürdürmekten başka bir vizyona sahip değil. Şimdiki katliamla, duvarlarını yükseltmek için yeni bahaneler buldu.
*
Bugünün dünyası bir tek dünyadır. “Hepimiz bir gemideyiz” sloganı geçen yüzyılda burjuvazinin sınıf mücadelesinde bir ideolojik mücadele aracıydı. Burjuvazinin gemiden anladığı ulusal devletlerdi, uluslardı.
Artık bu slogan devrimcilerin ve işçilerin sloganı olmalıdır. Ama gemi, ulusal devletler değil, yeryüzüdür, dünyadır.
Dünya, son derece kırılgan dengelerde hayatın sürdüğü büyücek biz uzay gemisinden başka nedir ki?
O halde bu gemide bütün ulusal devletin yıkılması ve ulusal sınırların kaldırılmasından başka ve daha acil bir görev yoktur.
Örneğin El Kaide veya IŞİD’in varlığı, toplumun bu görevi ters yoldan, semptomlarla hatırlatmasından başka bir şey değildir.
İşçiler ve sosyalistler uluslara ve ulusal devletlere karşı en acil görev olarak mücadeleyi en başa koymadıkları sürece, yeryüzünün siyahlarının memnuniyetsizliği en baskıcı İslam yorumlarına dayanan ulusal devletlerin ve hareketlerin değirmenine su taşıyacaktır.
Aşırı olgunlaşmış ve çözüm arayan sorunlar kendilerini genellikle en zıt biçimlerde bir sorun olarak gösterirler. Dünya savaşları, faşizmler ulusların ve ulusal devletlerin ekonomik temelle çelişmesinin, tersi biçimde (en şoven ırkçı ve ulusalcı biçimlerde, savaşla) dışa vuruşlarından başka bir şey değildi. El Kaide veya IŞİD veya yarın öbür gün çıkacak başka hareketler de öyledir. Kendi arkaik görünümleriyle ve iddialarıyla zıtlık içinde, son derece modern, güncel ve acil sorunların dışa vuruşunu temsil ederler.
Şu kaba gözlem bile bir fikir verir.
PKK ve Kürt hareketi şu anki ölçülerle Ortadoğu’da diğer bütün politik güçlere göre en demokratik özlemlere sahip harekettir. Ama Kürt hareketinin saflarında, kimi radikal Türkiyeli sol hareketlerden gelmiş sembolik katılımlar dışında dünyanın dört bir yanından, çeşitli uluslardan gelmiş kimseler yok. Olamaz da. Hem bir ulusal hareket olduğu için; Kürtlük ne kadar demokratik bir böylem geliştirilmeye çalışılırsa çalışılsın esas vurgu olduğu ve destekçilerinin çok büyük bir bölümünün gerçek hayali bir Kürt devletinden ötesine gitmediği için; hem de en demokratik Öcalan veya PKK’ya bağlı biçiminde bile Ortadoğu’dan ötesine ufku ulaşamadığı ve ulaşamayacağı için.
Avrupa’daki Kürt dernekleri Kürtlerin mücadelesinin destekçileridir ve oralara sadece Kürtler gider.
Ama Avrupa’daki camilerde dünyanın tüm ülkelerinden Müslüman işçiler yan yanadırlar ve ufuklarında tüm dünya vardır.
Yani en demokratik hareketin ufku çok dardır; en anti demokratik hareketin ufku evrenseldir.
Bir Kürt ikiz kuleleri yıkmayı düşünemez veya hayal etmez, edemez. İkiz kuleleri yıkmayı hayal edemeyen de yeryüzünden ulusal devletleri yok etmeyi; uluslara karşı bir savaş açmayı, düşünemez, programlaştıramaz, hayal edemez. İkiz kuleleri yıkmayı düşünenler ancak ulussuz bir dünyayı acil bir görev olarak önlerine koyabilirler.
Bu nedenle, dünyanın dört bir yanından gençler, profesyonel futbolcular (modern gladyatörler) veya müzisyenler El Kaide veya IŞİD saflarına akarken; en demokratik (ki bizce yeterince demokratik bile değildir) ulusal harekete birkaç Türkiyeli devrimciden ötesi gitmez.
*
Neden böyle?
Burada sorun sosyalist harekettedir.
Sosyalist hareket doğuşunda çok temel bir yanlış yaptı.
Ulusları ve ulusal devletleri kendilerine karşı mücadele edilecek ve yıkılacak düşmanlar değil; içinde sınıf mücadelesi verilecek ve ele geçirilecek ortamlar veya birimler olarak aldı. Enternasyonalizm tamı tamına buydu ve budur.
Bu doğuştan günahının cezasını çekerek fiilen yok oldu.
Sosyalizm yeni baştan doğmak zorundadır.
Uluslara ve ulusal devletlere karşı bir mücadele olarak doğmak zorundadır.
Ancak böyle olduğu zaman Kobane, oluşturmaya çalıştığı çözümün, aslında 19. Yüzyılda sosyalist hareketin sunduğu programatik çözümlerin kenarına bile varamadığını görüp sosyalizme akar.
Ancak böyle olduğu zaman, IŞİD veya El Kaide saflarında bir çözüm ararken son duruşmada en baskıcı ulusal devletlerin veya gizli servislerin hesaplarının birer aracına dönüşenler, yeryüzü ölçüsünde ulusal sınırları ve devletleri yok edecek, herkesi en azından biçimsel olarak eşit dünya vatandaşı yapacak bu devrimci ve radikal çözüme yönelebilirler.
O zaman bugün Kobane’de karşı saflarda savaşanlar, aynı cephede, uluslara karşı bir savaşın neferlerine dönüşebilirler.
Bizler şimdi her şeyin yanlış yerde bulunduğu ve durduğu bir dünyada yaşıyoruz.
“Atın önünde et, itin önünde ot” var.
Demir Küçükaydın

08 Ocak 2015 Perşembe

Hiç yorum yok: