20 Ekim 2014 Pazartesi

ABD’nin Kobane’ye Silah Yardımı, Ortadoğu’da Bir devrimci Kabarış Olasılığı ve Kürt Özgürlük Hareketi’nin Geleceği Üzerine

Kürt hareketinin olası evrimi ve neler yapması gerektiği üzerine yazmaya devam ediyoruz ama önce Kobane.
ABD’nin “Türkiye-Suriye sınırındaki Kobani’ye ‘Irak’taki Kürtlerden temin edilen‘ silah, mühimmat ve tıbbi yardımın bu sabaha karşı havadan indirildiğini” duyurması müthiş önemli bir gelişmedir.
Kobane’ye (ABD açıklaması YPG’ye demiyor, hala bu ifadeyi kullanmıyor.) Hercules uçaklarıyla yapılan bu yardım, az ve sembolik olsaydı bile müthiş önemliydi.
Kaldı ki Kobane’deki savaşın dengesini bile değiştirebilecek düzeyde, ciddi bir yardım olduğu varsayılabilir. Çünkü “YPG’nin sözcülerinden Polat Can, ‘Kobani’ye büyük miktarda silah ve mühimmatın ulaştığını‘ açıkladı. Can, açıklamayı Twitter’dan yaptı.” (Diken).
Böylece yardımın önemi katmerlenmektedir.

Bu, bütün Ortadoğu’nun dengelerini ve geleceğini değiştirecek çok önemli bir kırılma noktasıdır.
ABD bu hamleyi, Türk devleti ve hükümetinin fiilen İŞİD’i destekleyen politikalarına karşı geçici bir hamle olarak, bir baskı oluşturmak için yapmış da olabilir.
Kobane’nin hala düşebileceğini en yetkili ağızlarından söylemeye devam etmesi, fiilen bu anlama da gelmektedir.
Yani ABD, Türk devletinin politikasında bir dönüş yapması, dayatmalarından vazgeçmesi halinde hava desteğini ve böyle silah aktarımını durdurup, Kobane’yi IŞİD’e olmasa bile Türkiye’ye teslim edebilir. Artık çok zayıf olmakla birlikte, hala böyle bir olasılık bulunmaktadır. Dua edelim ki bu hükümet ve devlet şimdiki politikasında ısrar etsin.
Eğer bu sadece bir olasılık olarak kalır ve ABD en azından PKK ve YPG’ye dolaylı olarak destek verir ve rezervlerini kaldırırsa, bu Ortadoğu’da PKK ve YPG’nin yükselişi başlıyor demektir.
YPG’nin şimdiden 60.000 civarında tecrübeli savaşçısı var. Bu denge değişimi, Suriyeli laik ve daha demokrat muhaliflerin YPG ile ittifaka veya onun saflarına yönelmesi yönünde bir akım yaratır.
Bu da ayrıca ek olarak, YPG’nin Suriyeli muhaliflere akıtılacak para ve silahlara daha çabuk ve kolay ulaşması anlamına gelir ve bir kartopu etkisiyle, YPG hızla politik ve askeri olarak büyümeye başlar.
Buna Kobane’deki muhtemel zaferin sağlayacağı muazzam prestiji de eklemek gerekir.
Ayrıca PKK ve YPG toplumsal tabanını da kolayca ve hızla geliştirebilir. Çünkü dillere ve dinlere eşitlik vaat etmekte; bunu uygulamaya çalışmaktadır.
Ayrıca PKK ve YPG, normal halka, IŞİD’in terörle sağladığı emniyeti ve günlük hizmetleri sağlamakla kalmamakta; aynı zamanda diller ve dinler karşısındaki tarafsızlığı ile daha özgür bir alternatif de sunmaktadır.
Bu kısa zamanda Sünni, Alevi ve Hıristiyan Arapları ve diğer dillerden olanları da kazanabilme potansiyeline sahip olduğu anlamına gelir.
Bir süre sonra, Bütün muhalefet hatta bugün “Sünni İslam” veya “Selefi İslam” diktatörlüğüne karşı Esad’la kader birliği yapmak zorunda kalan Hıristiyan ve Aleviler bile birden saf değiştirebilir.
Bu Suriye’de bir devrimci kabarış ve bir devrimin zafer kazanması demektir. Bu da birden, bir saman yangını gibi, bütün Ortadoğu’yu kaplayan bir devrimci kabarışa yol açabilir. Bu da tüm dünyadaki dengelerin altüst olması demektir.
Böyle bir gelişme elbette PKK’nın Irak ve İran’daki konumuna da muazzam güç katacaktır. Tabii Türkiye’deki durumuna da.
Yakın zamanda, Ortadoğu çapında, neredeyse eşzamanlı, devrimci bir kabarış yaşanabilir.
*
İki yıl önce, Öcalan’ın Diyarbakır Newroz’undaki mesajı okunduğunda, “Ortadoğu devrimi 21 Mart’ta başladı” diye bir yazıya başlamıştık. O satırları yazarken, elbette uzun sürecek bir sürecin başından söz ediyor ve çok uzun bir süreci var sayıyorduk.
Ancak şu an gelişmelerin yuvarlanan bir kartopu gibi kendisini besleyeceği; sonuçların nedenleri pekiştireceği, bir hızlanma sürecine girildiği görülüyor.
Önümüzdeki birkaç yıl Kürt Özgürlük Hareketinin başını çektiği bir devrimci kabarışın, Ortadoğu’yu alt üst ettiğini; 1848 devrimleri gibi, bir “Halkların Baharı” yaşandığını görebiliriz.
Bu devrimin ihanete uğramaması için genel ve temel sorunlar giderek daha büyük önem kazanmaktadır.
Ve bu noktada küçük iki ayrıntı gibi görünen iki haberin de tarihsel anlamlarını da görelim.
Bölge devletleri, ABD, İsrail vs. Kürt hareketi içinde esas olarak, PKK ve YPG’ye karşı Barzani’yi desteklemeye devam edeceklerdir. Özgürlük Hareketi içindeki Barzani’ye eğilim duyan “ilkel milliyetçileri” kollayıp cesaretlendireceklerdir.
Ama onu sadece silah, ekonomi ve politikayla değil, anı zamanda onun hedefini de destekleyeceklerdir. Bu hedef kendi amaçları ile uyumludur. Sadece Kürtlükle tanımanmış bir devlet.
Bu nedenle, ABD’nin parmağı hep Barzani’yi gösterecektir Kürtlere. Bu, son askeri yardımı bile, pek ala kendisi doğrudan da yapabilecek iken, Barzani’nin verdiği silahları atarak; mesajı oraya doğru vermektedir.
Aynı mesajı Türkiye’de vermekte ve Barzani’nin vereceği silahların Türkiye üzerinden geçişine izin verildiği haberi okunmaktadır.
Aynı gün, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, “Orta Doğu'daki ılımlı güçler arasında daha geniş bir ittifakın parçası olarak bağımsız bir Kürdistan devletinin kurulması” çağrısı yaptı.
Yani halkların birliği değil. PKK ve Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı; bir devrimci kabarışa karşı; Kürtlük üzerinden tanımlanan bir devlet. Bölünmenin ve düşmanlıkların devam etmesi. Kanamanın sürmesi. Çünkü halkların Ortadoğu’da eşit olarak var olacağı ve demokratik bir cumhuriyet İsrail için ölüm demektir.
Bu nedenle aşağıda ve neredeyse bütün yazılarımızda ele aldığımız konular giderek daha büyük bir önem ve aciliyet kazanıyor.
Gelelim tekrar genel ve temel konulara ve kaldığımız yere.
*
Dikkat edilirse yazılarımızda Kobane’deki savaşa destek için her şeyi yapıyoruz ama aynı zamanda Kobane’de savaşanlara ve Kürt Özgürlük Hareketine, Kobane’de uygulanan modelin, tarihsel olarak yanlışlığı ortaya çıkmış; birleştirici değil bölücü; içinde yenilgilerin ve bütün çatışmaların tohumunu taşıyıcı bir model dolduğunu; bu modelin ve programın aşılması gerektiğini söylüyoruz.
Böyle anacık babacık günlerinde, savaşın ateşi ortasında bunun sırası mı diyenler olabilir. Sırasıdır, çünkü bizzat bu savaşın kazanılması için de çok önemlidir ve bu savaşın gerçek karakterinin anlaşılması için de çok önemlidir.
Bir de şöyle itiraz edilebilir: Kürt Hareketi adı üstünde Kürt hareketi, bu harekete “Kürt hareketi olmaktan çıkman lazım” demek, olmayacak duaya âmin demektir; böyle bir dönüşüm olmaz, bu boşuna kürek sallamaktır.
Birincisine kısaca cevap verip ikinci itiraza geçelim zaten bu yazının konusu bu.
Kobane’yi IŞİD orada Kürtler yönetimde olduğu için değil; orada az çok paternalist bir korumacılıkla bile olsa bir demokrasi ve silahlı halk hareketi olduğu için; bu hareket herhangi bir dile veya dine dayanmama iddiasında olduğu için saldırmıştır.
Bugün bu harekete dünyada ve Türkiye’de bir destek ve sempati varsa bu da tam bu özelliği nedeniyledir.
Bu hakikat çekirdeğini unutarak orada sanki Kürtlüğe karşı bir savaş varmışçasına Kürtlük vurgusu üzerinden Kürtlere çağrı yapmak, sadece işin özünü örtmez; sadece “ilkel milliyetçiliğe” prim vermez ve onun ifadesi değildir; aynı zamanda oradaki direnişi müttefiklerinden de tecrit eder. Kısa vadede belki bu kazanç getiriyor gibi görünebilir ama aslında kısa vadede bile yedeklerin yitirilmesine yol açar.
Bu bizzat gösterilerde görüldü. Kobane için pek ala Aleviler ve Şehirlerde “batılı yaşam tarzındakiler” de harekete geçebilirdi. En azından tarafsız veya hayırhah bir tutuma çekilerek devletin provokasyonlar için dayanacağı tabanı daraltılabilirdi. Mahallesindeki okulunun İmam Hatip olmasına karşı şu an esas savaşın Kobane’de verildiği; bunun bağlantısı anlatılabilirdi.
O zaman insanlar çok daha geniş bir kitle olarak Kobane’ye destek için mobilize edilebilir; vapuru işgal edip Kobane’ye destek isteyen gençlere, vapura binmek için orada bekleyen “laikçi teyzeler” itiraz etmez ve “normal halk” tekme tokat girişmezdi. O zaman karşı çıkacakları yerde, tıpkı Gezi günlerinde olduğu gibi, destek sloganları atıp alkışlarla destek verebilirlerdi.
Kadıköy’deki böyle davranış, hükümetin daha derin ve geniş bir tecridine yol açacağından, hükümet de daha erken ve daha fazla geri adımlar atıp tecridini engellemeye yönelebilirdi ve bütün bunlar da ölümleri engelleyebilirdi. Hep protestolarda; hem de Kobane’de.
Bu şu an acil olarak Kobane’yi savunmayla, yani kısa vadeli olarak görülebilecek yanı.
*
Ama esas konumuza gelelim.
Kürt hareketinden, Kürtlüğün ezilmesi üzerinden var olan bir hareketten; kendini aşmasını; bir demokrasi hareketine dönmesini beklemek yanlış değil mi?
Kürt hareketi sadece Kürt Hareketi olarak kalsa bile elbette ki nesnel sonuçlarıyla; bu devleti ve hükümeti zorlayarak; tecrit ederek; en altta kalmış kesimleri politik olarak aktif mücadeleye sokarak; modern yurttaşlar haline getirerek elbette nesnel olarak sonuçlarıyla demokratlaştırıcı bir işlev görmektedir. Bu zaten veridir. Bundan söz etmiyoruz.
Biz, sürekli olarak, Kürt hareketine daha ileri bir program öneriyoruz ve bunun için de Hazreti Nuh’un çözümünden (Dillere ve dinlere göre tanımlanmış politik birimlerini eşit ilişkisinden) Hazreti Muhammet’in çözümüne; dilin ve dinin politik her türlü anlamının ortadan kaldırılması; (Somut olarak bu tüm dillerin eşitliği; ana dilde eğitim hakkı ve tarihin ulusal tarih olmaması, herkesin ana dilinde ama tıpkı aynı fiziği ve matematiği okuması gibi aynı tarihi okuması demektir.) programına geçmesinden söz ediyoruz.
Yıllardır bu yazdıklarımız, hem Kürt Özgünlük Hareketi tarafından görmezden geliniyor; hem de Türkiye’nin sosyalistleri tarafından. (Tipik iki aktüel örnek: 1 Kasım Cumartesi günü Boğaziçi Üniversitesi Garanti Kültür merkezi’nde “Ortadoğu’da Uygarlık Krizi ve Türkiye’nin Demokratikleşmesini Beraber Düşünmek” başlıklı bir sempozyum var. Bu konuda yıllardır yazan bizden başka kimse yok. Herkesten farklı görüşlerimiz olduğu da sır değil. Bütün bunlar yokmuş gibi konuşmacılar seçilmiş. Ya da Demokratik Modernite dergisinin “Ortadoğu’da İnanç Gerçeği ve Demokratik Modernite”konulu son sayısı. Bu konuda bizden başka yeni ve orijinal bir şey söyleyen mi var? Ya da bizim kadar yazan mı var? Yok, ama bizim savunduklarımız da yok bu dergide. En azından böyle bir görüş de var diye. Bu da gayet normal. Çünkü ikisi de aslında “ilkel milliyetçi”dirler. Milliyetçiliğin başka milletlerin hakkını inkâr etmek olduğunu sanırlar. Başka “milletlerin” hakkını tanımanın da aslında en gericisinden milliyetçilik olduğunu anlamazlar ve anlayamazlar. Çünkü millet tanımları, gizli olarak milletlerin dile, dine, tarihe dayanan topluluklar olduğu varsayımına dayanır.
Bir parça demokratik bir milliyetçilik, milletlerin dille dinle vs. tanımlanması hakkını reddeder.
Milliyetçiliğin aşılması ise, nasıl tanımlanırsa tanımlansın, ulusal olanla politik olanın çakışması ilkesini reddetmektir. Milliyetçi olmamak ancak milletlere karşı savaşmakla olur. Milliyetçiler millet düşmanı değildirler. Millet düşmen olunmadan milliyetçi olmaktan çıkılamaz. Demokratlar ise, dille, dinle tanımlanmış milletlerin düşmanı olurlar ya da demokrat olmanın asgari koşulu budur. Dille, dinle tanımlanmış milletlerin düşmanı olmadan da gerici bir milliyetçi; ilke bir milliyetçi olmaktan çıkılamaz.
Enternasyonalizm falan bunların hepsi aslında ulusları dille, dinle tanımlama hakkı demektir ve en gericisinden, en ilkelinden milliyetçiliktir. Enternasyonalizm milliyetçiliğin ta kendisidir. Bir parça Demokratik bir milliyetçi olmak için bile; Marks’ın “Başka ulusları ezen bir ulus olamaz” şiarı karşısında “Ancak dille, dinle tanımlanan ulusları ezen bir ulus özgür olabilir” şiarını yükseltmek gerekir.
Sorun budur, Kürt hareketi, Marks’ın ve Marksistlerin yapamadığını yapabilecek midir?
Ya da daha doğrusu böyle bir olasılık var mıdır?

Bu ona, gücünün, temellerinin, olanaklarının, sınırlarının ötesinde bir görev yüklemek değil midir?
Biz Kürt hareketine yönelik olarak, durmadan demokratik bir milliyetçiliği önerirken; boşuna kürek sallamış olmuyor muyuz?
Bizim buna cevabımız bu olasılığın varlığıdır.
Küçük de olsa bir olasılık olduğunu; tarihsel deneyin bu yönde ipuçları verdiğini düşünüyoruz.
Bunun için elbette ki toplum biliminin biricik laboratuarı olan Tarih’e bakmak gerekiyor.
Farklı alanlardan ve dönemlerden örneklerle bu konuyu ele almaya çalışalım.
Bizzat Kürt Hareketi’nden ve onun yakın tarihinden başlayalım.
*
Bir süre önce 1980’li yollarda, Orhan Kotan’ın yayınladığı Kürdistan Press dergisi için yazdığımız yazıları yayınladık. (Orhan Kotan, PKK ve Öcalan’ın MİT tarafından örgütlendiğini ve onlara hizmet ettiğini iddia ettiği için sert bir biçimde tartışmıştık ve daha sonra o da yazılarımızı yayınlamadığı gibi yenisini de istememişti. Kürdistan Press’e yazdığımız yazıların derlemesi şu adresten indirilebilir: https://drive.google.com/folderview?id=0BxCB_Gtx8VYAZmFlZThzWmhONTA&usp=sharing )
Daha sonra bu yazıların biraz değişik versiyonlarını, 1992’de Özgür Gündem’e de yollamıştık ve bunların bir kısmı yayınlanmıştı. (Bu yazıların bulunduğu derlemeler şu adresten indirilebilir: https://drive.google.com/folderview?id=0BxCB_Gtx8VYAcVFER0h1MFNQMWc&usp=sharing )
O yazıları, yazdığımız zamanlar elbet ulusun ne olduğuna ilişkin bu günkü bilgimiz yoktu, ama o zaman bile şöyle yazıyorduk:
Kürt ulusu, sadece bağımsızlığı için savaşırsa, belli dengeler ortamında belki bu bağımsızlığı kazanabilir. Ancak, yıllardır süren Kürt Ulusal Kurtuluş Savaşının ortaya çıkardığı bir gerçek vardır: sadece Kürtlerin ulusal bağımsızlığı için savaşmak, Kürdistan'ın kurtuluşunu geciktirmekte, gerçek müttefikleriyle bağlar kurmasını engellemekte, yenilgilere ve moral bozukluklarına yol açmaktadır.(…)
Kürdistan sosyalistleri ve proletaryası, bağımsız bir Kürt devleti için değil, ama Demokratik bir Cumhuriyet, bir tek köyün bile kendi kaderini tayin hakkının engellenemeyeceği gerçekten demokratik bir cumhuriyet için savaştıkları takdirde, belki Kürt burjuvazisini kaybedeceklerdir ama çok daha büyük güçleri kazanacaklardır. Ulusal Kurtuluş, bunun otomatik yan ürünü olacaktır.”  (“Kürdistan Kurtuluşunun Bazı Sorunları”)
 Bu satırları yazdığımızda seksenlerin ortalarıydı. O zamanlar PKK’da feminizm veya kadın hareketi fahişelik veya lezbiyenlik olarak görülüyor; Öcalan’ın resimleri Stalin’e benzetilerek yapılıyor; Stalin’in eserleri okutuluyor, Troçkistler karşı devrimci olarak tanımlanıyordu.
Ve o zamanlar, yukarıdaki satırlarımız, PKK’dan ve Kürt ulusal hareketinden çapının ve kapasitesinin üzerinde bir şeyler beklemek; ona limitlerinin üzerinde bir işlev yüklemek olarak görülüyordu.
Ancak doksanlara gelindiğinde, bu yazdıklarımıza benzen sözleri bizzat Abdullah Öcalan söylemeye başladı ve bizzat Kürt hareketi tarafından en azından söylem düzeyinde savunuluyor. Öte yandan bugün Özgürlük Hareketi neredeyse bir kadın hareketi özelliği taşıyor ve feminizmin en güçlü kalelerinden biri.
Yani tarih Kürt Hareketi’nden böyle bir evrimi beklemenin, ya da böyle bir olasılık bulunduğunu söylemenin hiç de öyle boş bir iş olmadığını bizzat Kürt Hareketinin tarihsel tecrübesi göstermiş bulunuyor.
*
Kaldı ki Kürt Hareketi’nin bu evrimi, tamamen aksi yöndeki kuvvetlerin baskısı altında gerçekleşti.
Örneğin varsayalım ki Türkiye’deki Sosyalist Hareket Kürtlerin davasına sahip çıkıyor; Demokratik Cumhuriyeti savunuyor; Devletin ve politik olanın Türklükle tanımlanmasına karşı mücadeleyi en başa hedef olarak yazıyor. Böyle bir durum, bu hareket ne kadar küçük olursa olsun, Kürt Hareketi üzerinde, onu ilerletici bir baskı ve örnek oluştururdu.
Ama gerçek ise tam tersineydi; Öcalan’ın Demokratik Cumhuriyet veya Demokratik Özerklik demesi; Kürt ulusuna ihanet ya da taviz veya Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’ndan vazgeçmek olarak tanımlanıyor veya tam bunun zıttı bir görünümde ve bir arada, Türk sosyalistleri “Demokratik Cumhuriyet neymiş biz Sosyalist Cumhuriyetten yanayız”; “”Bizim görevimiz Kürt Hareketine emeğin dilini öğretmektir” falan diyerek; demokratik görevlerinden kaçıp; Kürtleri 70’lerdeki kadar bile savunmayıp; iyice MHP’liye benzedikleri, dünyada Sovyetlerin çöktüğü; ideolojik bir gericiliğin egemen olduğu bir atmosferde, her şeye rağmen gerçekleşti Kürt hareketinin bu evrimi.
*
Aslında bugün de aynı şeyi söylüyoruz Kürt hareketine bir bakıma. Sadece ulusun ne olduğunu veya olmadığını şimdi kavradığımız için Demokratik Cumhuriyet tanımımız daha radikalleşmiş bulunuyor. Benzeri bir evrimi, bizzat mücadelenin dayatmasıyla niye Kürt Hareketi göstermesin? Pek ala gösterebilir diye de bir çıkarsama yapılabilir.
Ayrıca koşullar çok daha elverişlidir diye de düşünülebilir. Örneğin Gezi hareketi çıktı ve Kürtlerin üzerindeki baskıya karşı mücadele eğilimleri gösterdi. Seksenlerden bu yana Kürt Hareketi’nin dayandığı toplumsal taban hem çok daha şehirli, hem çok daha ücretli oldu. Özellikle Sovyetlerin çöküşünden sonra ortalığı kaplayan umutsuzluk ve gerici ideolojik atmosfer biraz olsun dağılma eğilimi gösteriyor. Ama bunları şimdilik bir kenara bırakalım.
Seksenlerde bile biz Kürt hareketine bu öneri ve eleştirileri yaparken, elbette kuru kuruya bir iyi niyet ya da mantıktan hareket etmiyorduk; tarihsel deneylerin böyle bir evrimi olası kıldığı gerçeğine dayanıyorduk.
Bu tarihsel deneyler nelerdi?
Bizzat İşçi Hareketi, kendisi bir işçi hareketi olarak kaldığı sürece hiçbir başarı kazanamayacağını görüp politik olarak demokrasi mücadelesine öncülük ettiğinde ilerlediğini görmüş; bunun sonucunda Marksizm'in İşçi Hareketi içindeki egemenliği oluşmuştu. İşçilerin ve işçi hareketinin tarihsel deneyinin bir yansımasıydı 1848 sonrasında İşçi Hareketi içinde Marksizm'in giderek ağırlığının artması. 19 yüzyılın işçi hareketlerinin otak özelliği politik mücadeleyi küçümseme ve reddetmeydi. O dönemde, Marksizmin anarşistlerle tartışmasının esas özü buydu.
Benzeri bugün de vardır. Devlete karşı mücadeleyi, yani demokratik ve siyasal mücadeleyi ikinci plana atmak ve örneğin küçük birimlerde “alternatif yaşam deneyleri kurmak” vs. gibi piyasada bol bol görülen sözler ve girişimler işçi ve sosyalist hareketin bu eski hastalığının yeni biçimlerde ortaya çıkmasından başka bir şey değildir.
Keza, İşçi hareketinin Stalinizmin ve dana sonra da Sovyetlerin de çöküşünün ağır yenilgilerinden sonra şimdi neredeyse tümüyle ekonomik mücadeleden ibaret kalması 19. Yüzyılın ortasındaki egemen mücadele biçimlerinin, yeniden bir egemenliğinden başka bir şey değildir.
Ama canlı ve yükselen bir hareket, tıpkı 19. Yüzyılın İşçi Hareketi gibi, bir süre sonra sırf kendisinin sorunlarıyla başarıya ulaşamayacağını; diğer gayrı memnunları kazanması gerektiğini ve onları kazanmak için de tüm toplumu, hatta dünyayı değiştirmeye yönelik bir programı olması gerektiğini görür.
İşçi hareketinin bütün tarihsel deney bunu doğrulamaktadır. Lenin’in Ne Yapmalı’sı bir bakıma bu tarihsel deneyin bir özeti ve ilke haline getirilmesidir. Bu tarihsel deneyi Kıvılcımlı, “Proletaryşa Partisi Nedir?” başlıklı yazısında şöyle özetliyordu:
Siyasi eğitim, lâfla olmaz: Sınıflı toplumda var olan bütün sosyal sınıf ve zümreleri kollamakla olur. Sınıf bilgisi ve bilinci bir tek sınıf içine tek yanlıca kapanıp kalmakla edinilemez. Bütün sosyal sınıf ve zümrelerin içyüzlerini çok yanlıca kavrayıp işlemek gerekir.  Bunun ise tek pratik ve kaçınılmaz şartı: Bütün sosyal sınıf ve zümreler içinde her zaman var olan tüm hoşnutsuzları ve tüm devrimcileri kendi içine almaktır. Onun için proletarya partisi yalnız işçilerin değil, her sınıf ve zümre içinden bütün devrimcilerin partisi olur.!”
Tabii “İşçi Hareki böyle olabilir ama ulusal hareket böyle olmaz” diye bir itiraz da yapılabilir.
Ancak tarihsel deney bu itirazı da çürütür. İki farklı dönemden iki örnek verelim.
Birisi Ekim Devrimi’nin etkisiyle, geri ülkelerdeki ulusal kurtuluş hareketlerinin sosyalizme gösterdikleri eğilimdir. Elbette bu eğilim bizzat Ekim Devrimi’nin yozlaşmasıyla ve Stalinist karşı devrimle kısa süreli kalmış ve tam tersi güçlerin ve örneklerin etkisine girmiştir ama böyle bir potansiyeli olduğunu kanıtlamıştır. Hatta geri ülkelerdeki bütün sosyalistlerin Mao, Ho Şi Ming, Tito vs. böyle bir eğilimin ve evrimin sonunda sosyalistleştikleri söylenebilir.
Daha yakın tarihten ve tamamen farklı geleneklerden doğmuş bir örnek verelim. Martin Luther King, bir Baptist Hıristiyan, Malcolm X, bir Siyah Müslüman idiler ve Marksizm’le hiçbir bağı olmayan geleneklere dayanıyorlardı
Siyah hareketinin bu iki büyük lideri, Malcolm X ve King, farklı hareket noktalarına rağmen bezer bir evrim geçirerek hem birbirlerine hem de sosyalizme yaklaşıyorlar; tüm ezilenlerin sorunlarına yöneliyorlardı.
Stalin’in Beria’sından ile daha güçlü J. Edgar Hoover (1924’ten 1972’deki ölümüne değin neredeyse yarım yüzyıl, FBI Şefi, bütün pisliklerin başı, Beria bile idam edildi ama ona kimse dokunamadı) onları öldürmeseydi, muhtemelen, Amerika’daki bütün siyah hareketi birleştirip işçi hareketiyle de birleştireceklerdi.
Malcolm X, mücadele içinde giderek bir tür siyah ırkçılığından bir Dünya devrimcisine dönüşmeye başlamıştı, bu nedenle Siyah Müslümanlar içinde bölünme yaşamış ve tam bu nedenle de öldürülmüştü.
Martin Luher King de öldürüldüğü gün, işçilerle dayanışmaya gidiyordu.
Kara Panterler’de ise bu evrim zirvesine varmıştı.
O halde gerek İşçi Hareketi’nin tarihsel deneyi; gerek diğer sosyal hareketlerin deneyi, her hangi bir hareketin mücadele içinde sırf kendi hedeflerine ve öznesine bağlı olmaktan çıkıp; tüm toplumu, hatta tüm dünyayı kapsayan bir harekete dönüşme özelliği ve eğilimi taşıdığını göstermektedir.
Bunda elbette canlı bir hareketin, bütünleşmiş bir dünyada, ister istemez dünya çapında güçler mücadelesi içinde bulunacağı; bir tek dünya ekonomisi ve pazarının varlığının bunun nesnel temelini oluşturması veridir.
Diğer yandan ücretliler (yani işçi sınıfı), giderek artan oranlarda nüfusun içinde çoğunluğu oluşturduğundan, bunların genel radikal demokrat ve sosyalist eğilimlerinin giderek daha fazla (Siyah, kadın, ulusal, çevre, barış vs.) gibi hareketlere damgasını vurmasının da bir görünümüdür.
Ve nihayet, yükselen ve canlı bir hareket, kendini oluşturanları hızla eğitir ve onların mücadelende, kendi sorunlarından hareketle, giderek daha radikalleşmelerinin ve dünyaya ve olaylara daha genel ve derinden bakışlarının hem yolunu açar hem onları buna zorlar.
O halde,  bütün bu nedenlerle, Kürt Hareketine yönelik eleştiri ve önerilerimiz şimdi etkisiz, ütopik, safça görünse bile, uzun vadede bu yönde bir sürecin, bir kimyasal reaksiyonun başlaması için, bir katalizatör işlevi görebilir.
Kaldı ki, biz esas olarak bu yönde eleştiri ve önerileri Gezi hareketine yapıyoruz. Eğer Gezi benzeri bir hareket çıkarsa, bu yapılan birikim ve atılan tohumlar orada hızla serpilip boy atabilecekleri gübreli bir toprak bulabilir. Ve Türkiye’de böyle bir hareketin ortaya çıkması, Kürt Hareketi’nin böyle bir evrim geçirmesi üzerinde bir baskı oluşturup, onu müthiş kolaylaştırabilir.
Ama bu konuyu hem tüm uygarlık tarihi; hem de modern kapitalizmin tarihindeki daha da genel eğilimler açısından da ele almak mümkündür. Bunu devrimlerin karşı devrimci biçimler içinde yayılması ve Kapitalizmde karşı devrimlerin bile devrimci olmak zorunda olması başlığı altında ele alıp, tarihin bu genel eğiliminin bu konuda ne gibi sonuçları işaret ettiğine bakılabilir.
Tabii yirminci yüzyılda devrimlerin “Sürekli Devrim” karakteri kazanması bağlamında da konu ele alınabilir.
Bunları da diğer bir yazılarda ele alalım.
20 Ekim 2014 Pazartesi
Yazıları e-posta ile otomatik olarak almak isterseniz şu adrese boş bir e-mail yollayınız.
Twitter:
Bloglar:
Kitapları İndirmek İçin:
Videolar:




Hiç yorum yok: