10 Şubat 2014 Pazartesi

Teori ve Politika

Teori demek, yüzey akıntısı değil dip akıntısı; görünen değil, görünenin zıttı biçimindeki özü; birbiriyle ilgisiz görünen olgular arasındaki görünmez ortaklık demektir. Teori demek genelleme demektir.
Gericilik dönemlerinde insanlar genelleme yeteneklerini yitirirler. Diğer bir deyişle teoriye olan ilgi kaybolur. Kaybolur çünkü, bilimlerin ilerlemesine pratik ihtiyaçlar yüzlerce üniversiteden daha büyük atılım verirler. Toplumsal bir hareketlenme, bir mücadele yoksa, teoriye ihtiyaç, dolayısıyla genelleme yeteneği de yok olur.
Bu nedenle toplum bilimleri alanında bütün büyük ilerlemeler her zaman modern işçi sınıfının hareketlerinin ayak izleri üzerinde gerçekleşir.
Marksizm, Fransa, İngiltere ve Almanya’daki işçi hareketinin yükselişinin çocuğudur.
Bir benzeri hala gelmemiş, o her biri bir zirve ve teorisyen olan ve o zirvelerin içinden Lenin, Troçki gibi daha büyük zirveleri çıkarmış Rus Devrimcileri kuşağı, Rusya’nın genç ve yükselen işçi sınıfı ve onun hareketi olmadan tasavvur bile edilemezdi.
Türkiye sosyalist hareketinin hala aşılamayan iki önemli ismi olan Kıvılcımlı Hikmet ve Nazım Hikmet, doğrudan 1917 – 23 dönemindeki dünyada bir eşi daha bulunmayan işçi hareketi yükselişinin çocuğudurlar.
1960’larda önce DİSK’i, DİSK’ten önce TİP’i yaratan işçi hareketleri olmasaydı, Türkiye tarihinde bir eşi benzeri daha gelmemiş, o altmışlı yılların teoriye olan açlığı ve teorik tartışmaları düşünülemezdi bile.
Teori çoğu kez, ağzı laf yapma, entelektüalizm ve akademisyen kırkambarlığıyla karıştırılır. Teori ancak bunlara karşı ve bunlarla mücadele içinde gelişir. Teori sadece pratikten beslenmez, kendisi en can alıcı pratiktir; teorik pratiktir, praksistir.
Evet teori, modern işçi hareketinin ayak izleri üzerinde yürür ama, bir kere ortaya çıktı mı, onun kendi bağımsız bir dinamiği de hükmünü icra eder. Walter Benjamin veya Adorno’nun katkıları, yükselen bir işçi hareketinin değil, dünya tarihsel yenilgilerin damgasını taşırlar ve o yenilgilerin sorularına cevap ararlar. Bu yenilgide yapılan katkılar, yeni yükselişlere maya olurlar. Yeni bir yükseliş o gericilik dönemlerinde akıntıya karşı yapılmış birikimler ve geleneklere dayanarak gerçekleşir.
1968 yükselişi örneğin, Almanya’da Frankfurt Okulu’nun bu gericilik dönemlerinde açılmış teorik kanallarında birikti. Türkiye’de altmışlardaki hareket ilerledikçe, eski sosyalistlere yöneldi. Öyle ki, 15-16 Haziran İşçi hareketi zirvesinden sonra örneğin, Kıvılcımlı gibi en eski ve en teorik sosyalistin depolarda çürüyen kitapları birkaç haftada tükenip, yeni baskılar yaptı.
Bu gün zerrece bir teorik dinamizmin olmadığı; insanların genelleme yeteneklerini; teoriye olan ilgilerini yitirdiği bir dönemde yaşıyoruz. İşçi hareketinin yeni bir yükselişi, nerede ve nasıl gerçekleşir bilmiyoruz. Muhtemelen Uzak Doğu’da, Pasifik kıyılarında, bu günkü dünya ekonomisinin en dinamik olduğu, dolayısıyla en genç ve dinamik işçi sınıfının en korkunç sömürü altında şekillendiği bölgede. Uzak Doğu’nun elektronik aletleri evleri feth etmişken, filmleri sinemaları yavaş yavaş feth ederken, bütün bunları yaratan milyonlarca işçinin hareketi ve bunların teoriye getireceği dinamizm de er veya geç zamanla etkisini gösterecektir.
Ama ne olursa olsun, tarihin genel eğilimleri günün acil görevlerinin yerine geçirilemez. Ve hiçbir hareket de gökten zembille inmez, daima var olandan yola çıkar.
O halde, bu gün giderek artan bir ihtiyaç kendini dayatmaktadır: bir zamanlar Adorno, Benjamin, Troçki, Kıvılcımlı gibilerin yaptığını yapacak, Akıntıya Karşı yüzecek teorik ve ideolojik mücadeleye müthiş bir gereksinim var.
Evet teori İşçi hareketinin ayak izlerinde yürür ama modern işçi hareketi ve diğer toplumsal hareketler de, teorinin ışığı olmadan karanlıkta yola çıkmaya cesaret edemez.
Son yıllarda toplumsal hareketlerin bu kadar zayıf ve soluksuz kalışının bir nedeni de teorik ve ideolojik zayıflıktır. Güçlü bir demokratik hareket için bile, güçlü bir teorik çabaya ihtiyaç var.
Teorinin gücü hiç küçümsenmeye gelmez. O tıpkı gravitasyon gibidir. Gravitasyon, atom çekirdeğindeki güçler veya elektromanyetik güç karşısında neredeyse hiç denecek kadar zayıftır. Ama uzak mesafeler ve büyük kütleler söz konusu olduğunda, evrenin kaderini o belirler. Teori de öyledir, milyonlarca insanın eylemi ve uzun dönemler söz konusu olduğunda, son sözü teori ve onun ifadesi olan programlar söyler.

05 Ekim 2004 Salı

Hiç yorum yok: