Değerli Hocam,
Siz benim İstanbul Üniversitesi Sosyoloji (Gece) Bölümü’nde
hocamdınız.
Hazreti Ali’nin “bana bir kelime öğretenin kulu olurum”
dediği rivayet edilir.
Elbette üzerimde hakkınız vardır.
Tam da bu hakkınız nedeniyle sizi bir öğrenciniz olarak
uyararak, en azından bir parça borcumu ödemeye çalışayım.
Henüz İstanbul’a yeni gelmiş bir üniversite öğrencisiyken,
genç ve sosyalist bir asistan olan sizin derslerinizi seve seve izlerdim.
Dün sizin Cumhurbaşkanına yazdığınız mektubu okuyunca[1],
acaba bu Oya Baydar ile o insan aynı mı? Acaba bildiklerini mi unuttu? Hafıza
kaybına uğramış olmasın diye düşünmeden edemedim. Bunun üzerine bu mektubu
kaleme alma ihtiyacı duydum.
Bırakalım bir sosyalisti bir yana, bir tutarlı bir demokrat
olmanın koşulu, ulusu (ya da politik olanı, ya da devleti hepsi aynı yere
çıkar) bir dille, dinle, kültürle, tarihle vs. tanımlayan bugünkü pahalı, baskıcı,
bürokratik, militer ve merkezi cihaz parçalanmadıkça veya yıkılmadıkça en küçük
bir demokratikleşme olamayacağını kabul etmektir.
Böyle bir kabulden hareket eden bir demokrat, bu devleti ya
da yapıyı ya da mekanizmayı düzeltilecek bir araç olarak görmez. Çünkü böyle
cihazlar ezilenlerin ve demokrasinin aracı olamazlar.
Bu nedenle, o mekanizmayı ele geçirmek isteyen güçler arasındaki
savaş, bir demokratı üzmez, aksine sevindirir.
Çünkü bu binlerce yıllık, Firavunlar, Nemrutlar çağından
kalma; tüm toplumu köleleştiren; ikiyüzlü ve sinik yapan; bir ur gibi tüm
toplumun kanını emen bu devlet zaafa uğramadan, zayıflamadan, ezilenlerin
tekrar cesaret bulup başlarını kaldıramazlar ve demokratik organlar
örgütleyemezler.
Bu gerçek en son Gezi’de bir kez daha görüldü. Eğer Hükümet tecrit olup Devlet’in polisini
Taksim Gezisi’nden çekmeseydi, oraya katılan gençlerin hala özlemle
hatırladıkları o bir iki haftalık “Taksim
Komünü” gerçek olamazdı. Böyle bir yaşamın olanaklılığı hayal bile
edilemezdi. Hükümetin peş peşe yaptığı yanlışlar olmasaydı, bunca insan
sokaklara çıkmaz, bunca farklı güçler bir araya gelemezdi.
Tarih her zaman bu devletlerin büyük krizler, devletlerarası
savaşlar veya devlet içi savaşlar (örneğin taht kavgaları vs.) sırasında ve
sonrasında var olan devletlerin zayıflamaları, zaafa uğramaları durumunda
ezilenlerin kafalarını kaldıracak gücü ve cesareti bulduklarını göstermiştir.
Timur’un orduları Bizans’tan ve Pers Uygarlığından
devralınmış birinci Osmanlı devlet cihazını parçalamasa; şehzadeler arasındaki
taht kavgaları kalan devleti de iyice zaafa uğratmasa Şeyh Bedrettin’ler, Börklüceler,
Torlak Kemal’ler isyan edemez; İsyan çağrılarına köylüler cevap veremezlerdi.
Birinci Dünya Savaşı Rus, Avusturya Macaristan, Alman,
Osmanlı vs. devletlerini iyice yıpratıp yıkılışın eşiğine getirmese, ne
devrimler olurdu ne de geçici de olsa demokratik yönetimler ortaya çıkardı.
Şimdi Türkiye’de var olan Firavun ve Nemrutlardan kalma
devleti ele geçirmek isteyen; ikisi de birbirinden gerici güç arasındaki savaş
biraz olsun bu devlet üzerinde Timur’un ordularının veya başka bir savaşın
yapabileceği türden bir yıpratma ve sarsıntı yaratıyorken; bir demokratın bu
mücadelenin sertleşip daha yıkıcı olmasını umması gerekirken; siz oturmuşsunuz
Cumhurbaşkanına mektup yazıp “Devlet
krizine müdahale” etmesini istiyor ve “asıl
vahim olan, devletin çürümüşlüğü” diye üzülüyorsunuz.
Bu devletin çürümesine üzülmek, müdahale istemek size mi
kaldı?
Bırakın buna Baykal’lar üzülsün.
Bir demokratın bütün bu olanlara sevinmesi gerekir.
Siz eğer bir demokrat iseniz, devlet başkanına bu yıkımı
engellemesi için değil; halka “henüz müdahale etmeyelim” bırakalım iyice
birbirlerini güçten düşürsünler ondan sonra devlet hakkındaki yanılsamaların
dibe vurduğu devletin en zayıf olduğu noktada kendi öz yönetim organlarımızı
oluşturalım; şimdiden bunun için hazırlıklar yapalım vs. diye mektuplar
döşenmeniz gerekir.
Bildiğiniz her şeyi unutmuşsunuz.
Hâsılı, siz farkında değilsiniz belki ama yerinizi devlet
partisinin safları içinde seçmişsiniz. Bırakalım sosyalistlik iddialarınızı
(bilmiyorum hala öyle bir iddianız var mı?) demokratlık iddialarınızı bile eski
bir elbise gibi fiilen çıkarıp atmışsınız.
Demokratlığın ilk şartı ulusun bir dille, dinle, tarihle,
sola, kültürle tanımlanmasını reddetmektir.
Demokratlığın ikinci şartı bürokratik, merkezi, militer,
pahalı devleti reddetmektir.
Yani bugünkü Türkiye’deki devleti reddetmektir.
Siz ise bu devleti savunmaya başlamışsınız.
Eğer bir demokrat olduğunuzu düşünüyorsanız, yapacağınız tek
şey, o yazdığınız yazı nedeniyle, bu memleketteki emekçilerden, demokratlardan
açıkça özür dilemektir.
Demir Küçükaydın
05 Ocak 2014 Pazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder