22 Aralık 2013 Pazar

Türkiye Cumhuriyeti (Merkezi ve Bürokratik Bir Cumhuriyet) Namusluları Bile Namussuz Olmaya; Demokratik Bir Cumhuriyet ise Namussuzları Bile Namuslu Olmaya Zorlar

Türkiye’de Sosyalist de, İslamcı da, Liberal de, Kemalist de demokrat değildir ve aslında nesnel olarak demokrasiye karşı savaşır.
Neden ve nasıl?
Örneğin şimdilerde “cemaatin” devleti ele geçirmesinden onun içinde gizli bir yapı oluşturmasından şikâyet ediliyor. Bu, dün ulusalcıların ve CHP’nin şikayetiydi, şimdi hükümetin.
Liberaller Ergenekon’dan, devletin yasa dışı bir örgütün eline geçmesinden şikâyet ediyorlar.
Müslümanlar, Masonlardan, onların devleti ele geçirdiğinden şikâyet ediyorlar.
Sosyalistler burjuvaziden veya emperyalizmden, onların devleti ele geçindiğinden; onların devlet içindeki gizli yapılarından şikâyet ediyor.
Gerçek bir demokrat ise, devletin bürokratik kayırmalar, tayinler vs. ile ele geçirilebilir olan yapısından “şikâyet” eder; bu yapıya karşı mücadele eder.
Kendisiyle mücadele edilecek hedefi olarak, devleti “ele geçirenleri” cemaati veya diğerlerini değil; devleti ve onun yapısını nişan tahtasına koyar.
Gerçek bir demokrat cemaatlerin veya partilerin hatta gizli mason örgütleri benzeri yapıların ve kötü niyetlilerin “devleti ele geçirebilme” özgürlüğünü savunur.

Ama gerçek bir demokrat, aynı zamanda ve öncelikle, bu özgürlüğü savunurken, tayin, kayırma vs. ile ele geçirilemez bir devlet için, bugünkü devlete karşı mücadele eder.
Türkiye’de ise bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve onun yapısını hedef tahtasına koyan yok. Halka bu merkezi ve bürokratik yapıyı yıkma, parçalama ve onun yerine demokratik bir cumhuriyet kurma çağrısı yapan yok. En hızlı sosyalistler bile, neo liberalizmi, globalizmi, emperyalizmi, burjuvaziyi hedef tahtasına koyuyorlar da şu devleti ve onun yapısını zerrece hedef          e koymuyorlar.
Demokrat olmanın asgari koşulu ise merkezi ve bürokratik; ulusu bir dille, dinle vs. ile tanımlamayan bir yapıya karşı mücadele etmektir.
İstiklal caddesinde veya Kadıköy’de elinde ayakkabı kutusuyla yürüyen veya “Hırsız vaaar!” diye bağıran gençler demokrat değildir. Aksine gerçek hedefi gözlerden gizledikleri için, bu merkezi bürokratik aygıtı, bu Türkiye Cumhuriyeti’ni, bu yapıyı, baş düşman olarak hedefe koymadıkları; kişileri veya hükümetleri mücadele hedefi olarak belirledikleri için, demokrasinin en büyük düşmanıdırlar ve bu hırsızlardan bile daha tehlikelidirler.
*
Türkiye Cumhuriyeti’nin tam aksine, Demokratik bir cumhuriyette, merkezi devlet mahalli idareleri ve yetkileri belirlemez; mahalli birimler merkezi devlete hangi yetkileri vereceklerini kendileri belirlerler.
Her köy, her mahalle, her şehir, her bölge tam bir fikir ve örgütlenme özgürlüğü ortamında kendisini yönetecekleri belirler. Onun yöneticileri merkezden atanamaz.
Öyle bir yapıda tüm karar yetkisi olan memurlar, yani yöneticiler, Amerikan filmlerindeki şerifler gibi seçimle gelirler.
O yöneticilerin altında fiili işleri yürüten aparatı oluşturan çalışanların tayin ve terfileri ise, yine bağımsız sendikaların belirli ve nesnel ölçülerle belirlenmiş açık ve denetlenebilir sicillere göre yapılabilir.
Sadece bu özellikleri bile sıraladığımızda, cemaatlerin, gizli dayanışma derneklerinin veya partilerin devleti ele geçirmelerinin tek yolunun, nüfusun çoğunluğunu ele geçirmek ve çoğunluğun oylarıyla seçilmekten geçtiği ortaya çıkar.
Demokrasi ise, tam da çoğunluğun desteğini almak ve çoğunluğun onay verdiği politikaları uygulamak değil midir?
Yani gerçek bir Demokratik cumhuriyette, en “kötü niyetliler”, en gizli komploları kuranlar bile davranışlarıyla demokratik olarak mücadele etmek zorunda kalırlar. Çünkü kendi gizli amaçları için, devlet cihazında karar organlarına gelmelerinin tek yolu halkın oylarını ve desteğini kazanmaktır.
Ama yurttaşların oyu ve desteğini kazanmak için, onun çıkarlarına ve eğilimlerine uygun davranmak zorundadırlar.
Demokratik bir cumhuriyette, görevliler bir yerden alınıp başka yere tayin edilemezler. Demokratik bir cumhuriyette, öğretmenler, polisler, savcılar, hakimler vs. tamamen kendi mesleki bağımsız birlikleri tarafından tutulan açık ve nesnel ölçülere göre tutulan sicillere göre terfi edebilirler. Yani bir öğretmen, yetiştirdiği öğrencilerin başarısı ölçüsünde, olumlu puanlar alabilir. Bir savcı açtığı davaların uygunluğu, bir hâkim verdiği kararların doğruluğu oranında puan alır ve terfi edebilir örneğin. Bunlar devletin gizli servislerinin raporları değil; açık ve denetlenebilir bağımsız meslek örgütlerinin tuttukları sicillerdir. Tayinler ve terfiler ancak bunlara göre yapılabilir.
Öte yandan, demokratik bir cumhuriyette valilik, kaymakamlık vs. gibi işler ve işlevler olmayacağından, merkezi devletin memurları oradan oraya atamak gibi bir gücü ve yetkisi de olmaz. Çünkü her il, ilçe, köy, mahalle, kendi yöneticisini kendi seçer ve kendini yönetir.
Gelsin de Ergenekon ya da Fethullahçılar böyle devleti ele geçirsin.
Demokratlar böyle bir devlette Ergenekonların veya Fethullahçıların bu devleti ele geçirebilme hakkını savunurlar.
Bunlar devleti ele geçirmek için, tüm mahalli düzeylerde ve ülke düzeyinde seçimlerle yöneticililer olarak seçilmeli; meclislerde çoğunluğu oluşturmak zorunda olurlar.
Savcılar olarak gerekli gereksiz değil, isabetli davalar açmak zorunda olurlar.
Öğretmenler olarak eğitimi ele geçirmek için, öğrencileri en iyi biçimde yetiştirmek ve öğrencilerinin başarısına göre kendi böylece başarı puanlarını yükseltmek zorunda olurlar.
Yargıçlar olarak doğru kararlar vermek zorunda olurlar. Verdikleri ve bozulmuş yanlış kararların her biri onların terfi ve tayinini, puanını etkiler.
Eh böyle doğur ve başarılı işler yaparak, halkın çoğunluğunun desteğini arkalarına alarak ele geçiriyorlarsa ele geçirsinler.
Demokratik bir cumhuriyet kendisini ele geçirenleri ele geçirir. Demokratik bir cumhuriyet namussuzların bile namuslu; kötü niyetlilerin bile iyi niyetli olmasına yol açar.
Türkiye Cumhuriyeti veya merkezi bürokratik bir cumhuriyet de kendini ele geçirenleri ele geçirir ama tersi sonuçlarla, namusluları namussuz; iyi niyetlileri kötü niyetli yapar nesnel olarak.
Kimse bu skandallar vesilesiyle olsun, sorunun devletin yapısı olduğunu ve esas mücadele edilmesi gerekenin bu olduğunu söylemiyor. En tutarlı demokratlar olması gereken solcular ve sosyalistler bile. Onların da mantığı AKP’nin veya ulusalcılarınkinden farklı değildir.
*
Örneğin HDK veya HDP’ye bakınız. Bu yapı bürokratik merkezi cumhuriyetin sol versiyonudur. Orada sık sık şöyle eleştiriler duyarsınız. “Ya biz adam olmayız. Örgütler kendi adamlarını yerleştirmek için numaralar çeviriyorlar.”
Ama bu eleştirileri yapanların hiç biri nedense, HDK veya HDP’nin bireysel üyelik üzerinden kurulması gerektiği yolundaki eleştiri ve önerilerimiz karşısında ses çıkarmaz ve bunun gündeme alınması için mücadele etmezler.
Yani tıpkı AKP’liler gibi, CHP’liler gibi, yapıyla değil sonuçlarla uğraşırlar.
Biz ise, tıpkı ülke ölçüsünde bir demokratik cumhuriyeti savunduğumuz gibi, örneğin HDP  ve HDK için de bireysel üyelik temelinde bir örgütlenme; her üyenin tüm üyelere ulaşabileceği; çoğunluğu kazanabilme olanaklarının olduğu bir yapı öneriyoruz.
Buyursun örgütleri HDP veya HDK’ üzerinde etki sağlamaya çalıştıkları için değil; bu etkilerini merkezden örgütler olarak yaptıkları ve demokratik, bireysel üyeliğe dayanan bir yapıyı reddettikleri için eleştiriyoruz.
Biz örgütler olsun, ama HDP’ye veya HDK’ya üyelerinin niceliği ve niteliği üzerinden; demokratik seçim ve tartışmalar aracılığıyla etkili olsunlar, ele geçirsinler diyoruz.
Onlar da o zaman, tıpkı demokratik bir cumhuriyeti ele geçirmeye çalışan kötü niyetli, gizli veya açık partiler veya cemaatler gibi ele geçirmek için çoğunluğu kazanmak; çoğunluğu kazanmak için de kendi niyet ve arzularına rağmen iyi ve doğru işler yapmak zorunda olurlar diyoruz.
*
Türkiye’nin sosyalistleri demokrat olmadığından, demokratik bir muhalefet yoktur.
Demokratik bir muhalefet olmadığından bütün bu krizler sadece var olan merkezi ve bürokratik cihazın, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kendini yenilemesine, modernleşmesine yol açmakta ama en küçük bir demokratikleşmeye bile yol açmamaktadır.
Demokratların (ki gerçekten demokrasiyi ancak gerçek sosyalistler savunabilirler) görevi, hırsızlıklarla, rüşvetle, keyfilikle “mücadele” değil; bütün bunlara imkân tanıyan ve tekrar takrar onları yeniden üreten bu merkezi baskıcı, bürokratik aygıtla mücadele; onu parçalayıp demokratik bir cumhuriyet kurmayı mücadelenin baş hedef            i yapmak olmalıdır.
Bunun için de ilk önce, kendi yapılarından başlamaları gerekmektedir.
İşte somut bir örnek.
Az önce bir mail geldi “Taksim Dayanışması” bugün Kadıköy’de yapılacak mitinge çağırıyor. “Yağmaya, Soyguna, Talana Karşı Dayanışmaya Devam” diye başlıyor.
İşte Taksim Dayanışması’nın bir CHP’liden veya bir ulusalcıdan farkı olmayan ve nesnel olarak da uzun vadede bu merkezi bürokratik cihazın kendini yenilemesine hizmet eden parolası.
Bir demokrat ise, “Yağmaya, soyguna, talana karşı dayanışmaya” değil; bunlara olanak tanıyan, bunları yaratan yapıya, nedenlere karşı mücadeleyi baş hedef olarak koyar; yani şu merkezi bürokratik devleti; yani şu Türkiye Cumhuriyeti’ni.
Bir demokrat dürüst, soygunsuz, talansız bir Türkiye Cumhuriyeti için değil; tüm yağmacıların, soygunluların, talancıların dürüst yurttaşlar olarak davranmaktan başka bir olanaklarının olmadığı bir demokratik cumhuriyet için mücadele eder.
Bir demokrat, HDP veya HDK’yı örgütlerin kontrol altına almaya çalışmalarına karşı değil; onların HDK’yı üyelerinin örnek çalışmalarıyla “ele geçirme” haklarının garanti altında olduğu demokratik bir yapı için mücadele eder.
Bir demokrat “Hırsız vaaar” diye değil, “merkezi, bürokratik bir devlet vaaar, TC vaar” diye bağırır.
İşte bir afiş resmi.
“Yağmanın, talanın hesabını soracak”mış. Yine aynı yanlış, yapıyla değil, sonuçlarla mücadelenin öne  çıkarılması.
Bu baskıcı, bürokratik, merkezi devletin, yaniz Türkiye Cumhuriyetinin hesabını görmek, demokratik bir cumhuriyeti yurttaşların kafasında somutlaştırmaktır demokratin görevi.
22 Aralık 2013 Pazar

Demir Küçükaydın

Hiç yorum yok: