Kürt Hareketini
Eleştirmek Ama Nasıl?
Çok olağanüstü bin durum olmadıkça, Kürt hareketini hiç
eleştirmemeye çalışırım. Bu çoğu durumda yanlış olarak, Kürt hareketinin
hayranı olduğum gibi yorumlanır. Bu tamamen yanlış, metodolojik düzeyde, egemen
ezilen ilişkisinin özgül mahiyetini kavrayamamakla; politik düzeyde ise bu
yorumu yapanların gerici birer Türk milliyetçisinden başka bir şey olmamasıyla
ilgilidir.
Neden?
Sırrı Süreyya’nın tanıttığı, çok bilinen bir deyiş vardır: “Kürtler bu ülkede her şey oluyor ama Kürt
olamıyor”.
Bu genel olarak, politik ve hukuki düzlemde böyledir.
Ve bu düzlemde aslında Türkler Türk’ten başka hiçbir şey
olamazlar[i].
Ancak bu düzenin muhalifleri söz konusu olduğunda, durum
tamamen tersine döner.
Muhalifler arasında ise zavallı Türkler Kürtlerle aynı
dertten muzdariptirler.
Türkler de bu ülkede sosyalist olabilirler, feminist
olabilirler, pasifist olabilirler, anti-kapitalist Müslüman olabilirler,
anarşist olabilirler, ekolojist olabilirler, hümanist olabilirler, ateist
olabilirler vs. vs..
Ama Türk olamazlar?
Buna karşılık, muhalifler arasında da durum tem tersinedir.
Kürtler bir türlü sosyalist, feminist, pasifist, ekolojist, anarşist vs
olamazlar. Hep Kürt kalırlar.
Politik ve Hukuki düzlemde Kürtlerin Kürt olamamasıyla, muhalefet
düzeyinde sosyalistlerin, feministlerin, pasifistlerin, anti-kapitalistlerin, Müslümanların,
anarşistlerin, ekolojistlerin, hümanistlerin, ateistlerin Türk olamaması aynı
madalyonun iki yüzüdür. Türkler ezen oldukları için Türk olmazlar veya
olamazlar; Kürtler ezilen oldukları için, sosyalist. Feminist vs. olamazlar.
Çok açıktır ki, bu ilişkide Türklerdeki sosyalistlik,
feministlik vs. egemen ulustan olmanın gizlenmesinin bir aracıdır.
Kürtlerin de Kürt’ten başka bir şey olamamaları,
ezilmelerinin bir görünümü ve bu ezilme ilişkisinin ezen Türkler tarafından yeniden
üretilmesidir.
Bu diyalektiği anlamayanlar, bizim davranışımızı Kürtlerin
eleştirisiz desteklenmesi gibi anlarlar. Ama tam da böyle davranarak, aslında
birer Türk olduklarını ele verirler.
Yani durum görünüşün tam tersinedir, biz tam da Türk
olmadığımız için Türk olarak davranırız. Sosyalistler, vs de tam da Türk
oldukları için, bir Türklü Türk olmazlar ve olamazlar; Feminist, Sosyalist,
Pasifist vs. olarak konuşurlar ve Kürt hareketini eleştirirler.
Biz ise, “ben kendimi ne olarak görürsem göreyim, egemen
ulustanım, şu veya bu şekilde egemen ulustan olmanın çıkarlarını çok ince bir
biçimde savunuyor olabilirim” diyerek, bütün eleştirimizi, bir türlü Türk
olamayan Sosyalistlere yaparız.
Yani ortada birbirine zıt iki farklı dünya vardır.
Bu nedenle bizden Kürtlere yönelik bir eleştiri çok istisnai
durumlar olmadıkça çıkmaz.
Ama Türklere ama özellikle Türk sosyalistlerine en ağır
eleştiriler de bizden çıkar.
Biz çok özel bir durum olduğu için, Kürt hareketi içindeki
burjuvaziye veya Özgürlük Hareketi’nin muhaliflerine eleştiriler yaptık,
özellikle gezi hareketi karşısındaki tavırları bakımından. Ama bu
eleştirilerimiz bir yanlış algıyı gidermeye yönelikti esas olarak.
Hâlbuki bizim eleştirilerimizi beğenenlerin çoğu, onları
yanlış algılıyor. Kürtlerin mahkûm edilmesi olarak görüyor. Mesela şöyle
yankılar görüyoruz. Kürtler Amerika’yı müttefik seçmiş. Kürtler şimdi AKP ile
iş tutuyor gibi. (Mesela Gün Zileli’nin eleştirisi: http://www.gunzileli.com/2013/07/18/gezi-hareketi-notlari-1-gezi-hareketi-ve-kurt-hareketi/
)
Biz Kürt hareketini hiçbir zaman böyle eleştirmedik ve
eleştirmeyiz.
Bizim bakış açımızdan ezilenler her zaman ezenlerin arasındaki
çelişkilerden yararlanabilirler ve yararlanmalıdırlar.
Yani Türk devletinin egemenliğine karşı mücadelesinde ben
Kürtleri niye Amerika’ya yaslanıyorsun diye eleştirmem. Bu onların hakkıdır.
Ben egemen ulustan bir insan olarak yenilgici bir tavır içinde olmalıyımdır;
onların bu hakkını savunmalıyımdır. Eleştirim ancak bu hakkın kullanılmasının
somut biçimlerinin gerçekten onların üzerindeki baskıyı kaldırmaya hizmet edip
etmediği noktasından olabilir. Ama bu hak bakidir.
Kaldı ki, Kürt hareketi diye bir şey de soyuttur. Kürt
hareketi içinde de farklı eğilimler ve mücadeleleri vardır. Ben Kürt hareketi
içindeki ezilen kanadın, ezene karşı destekçisi olmak zorundayımdır.
Yani özetle şöyle: Egemen ulusa (Türklere) karşı, her
durumda Ezilen ulustan (Kürtlerden) yana (Müslüman Kürtler ve Türkler
karşısında Ermeniler ve Hıristiyanlardan); Ezilen ulusun içindeki mücadelede, (Kürtlerin
içindeki mücadelede) Kürt burjuvazisine ve egemenlerine karşı, ezilenlerden
yani (somut olarak ifade edersek, PKK ve Öcalan’ın çizgisinden) yana, onu
destekleyen bir tavrı sürdürmek.
Ama bunu yaparken ezen ulustan bir insan olduğumu bir an
için bile akıldan çıkarmamak.
2000’lerin başında, Kürt hareketi içinde, tıpkı şimdiki
“barış süreci” ve Güney ve Batı Kürdistan’daki kimi kazanımların yol açtığına
benzer bir savrulma ve Kürt burjuvazisinin etkisinin artışı yaşanmıştı. O zaman
çok nadir olarak yaptığımız gibi, “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla”
gibilerden “Egemen ulustan bir sosyalist olmanın zorlukları” diye bir yazı
yazmıştık. Aşağıya bu yazıyı koyuyoruz. Gerekli değişiklikler yapıldığında
(mutatis mutandis) bugün için de okunabilir.
19 Temmuz 2013 Cuma
Demir Küçükaydın
Egemen Ulustan Bir
Sosyalist Olmanın Zorlukları
Bu günün dünyasında sosyalist olmak
zordur. Bu dünyada egemen ulustan bir
sosyalist olmak daha zordur. Ama Türkiye’de
egemen ulustan bir sosyalist olmak çok daha zordur. Hele hele şu son
dönemde, ABD’nin Orta Doğu’ya el koymasından beri, Türkiye’de Kürt Ulusal
Hareketinin destekleyen sosyalist olmak olağanüstü zordur.
Biraz bu zorluklara değinelim. Çünkü bizzat bu zorluklar bize içinde
bulunduğumuz dünyanın sorunlarını daha iyi kavrama olanağı sağlar. Yani sanki
öznel zorluklarımızdan bahsedermiş gibi yapıp, yine toplumdaki eğilimler ve
çatışan güçleri anlamaya çalışalım.
Bu günün dünyasında sosyalist olmak, zaten
Müslüman mahallesinde salyangoz satmaktan farksızdır. Doğu Avrupa’nın halkları,
hatta buna Çin ve Hindi Çinini de ekleyelim, aşağı yukarı insanlığın neredeyse
beşte ikisi, sosyalizm diye bürokratik diktatörlüklerin egemenliği altında
yaşadığı için, eğer sosyalizm bu ise olmaz olsun deyip, sosyalizmden nefret
etmiş, sosyalizm sözcüğüyle ortak bir hecesi var diye sosis bile yemez
olmuştur. “Yok, o sosyalizm değildi” itirazlarını dinlemek bile istememektedir.
Zengin ülkelerin nüfusunun büyük bir çoğunluğu ise (yani yuvarlak hesap
beşte bir), yeryüzü ölçüsünde eşitlikçi bir düzen, bu günkü maddi yaşam
düzeyinde bir düşüş, bir gerileme anlamına geleceğinden, sosyalizmle selamını
sabahını çoktan kesmiştir. Geri kalan beşte iki ise, ilk beşte ikinin
yaşadıkları nedeniyle aynı soğukluk içinde olmanın yanı sıra, beşte birin
yaşadığı refahın göz kamaştırıcılığı ile sosyalizm diye bir hayal bile kuramaz
olmuş, kral olsa soğanın cücüğünü yiyecek çoban gibi, o gözünü kamaştıranlar
gibi olmaktan başka hayali kalmamıştır.
Geriye sözünüzü dinleyecek kim kalır? Kendine sosyalist diyenler kalır.
Yani toplumsal bir gücün nesnel eğilimlerinin ifadesi olanlar değil; bir
dönemin kalıntısı olarak var olmaya devam edenler.
Ama bu var olmaya devam edenler, zaten o bürokratik egemenliklerin
bayrağını hala sosyalizm diye savunanlar ise ve sosyalizmin bir canlanışının
geçmişin kalıntısı bu kuşağın ortalıktan kaybolması gerçekleşmeden pek mümkün
olamayacağını düşünenlerdenseniz, var olan sosyalistlerin Müslüman mahallesinde
de salyangoz satıyorsunuz demektir.
Bu kadar olsa gene iyi. Ya bir de egemen ulustan ezilen ulusun bir ulusal
hareketini destekleyen bir sosyalistseniz yandınız demektir. Diyelim ki, ezilen
ulustan bir sosyalist olsanız (örneğin Kürdistanlı olsanız) veya egemen ezilen
ulus ilişkisinin bulunmadığı bir ülkede yaşıyorsanız (örneğin İsveç’te veya
Norveç’te) şimdi anlatacağımız sorunlarınız olmayacaktır. Yukarıdaki iki
kategori zorlukla uğraşmanız yeter. Ama bunlara bir de egemen ulustan bir
sosyalist olmanın ek zorlukları biner.
Her hangi bir baskıya karşı mücadele, diğer baskılara karşı mücadeleyi
anlamayı ve desteklemeyi otomatik olarak getirmez. Hatta genellikle diğer baskı
biçimlerine karşı mücadelenin o mücadeleyi zayıflattığı, güç ve enerjileri
başka mücadelelere çektiği, hatta böldüğü düşünülür. İşçi hareketi ve
sosyalistler, uzun yıllar feministleri, siyahları ya da ezilen ulusları
hareketi bölmekle suçlamışlardır. Tersinden kadın veya ezilen ulus ve ırk
hareketleri de işçi hareketi veya birbirlerine karşı aynı tavırlar içinde
olmuşlardır. Bütün bu durumlarda, eşitlikçi veya kurtuluşçu bir hareketin,
diğer baskı biçimleri karşısında, kolaylıkla o baskı biçimlerini yaratan
egemenliğin korunması ve savunmasına hizmet edebileceği görülür.
Türkiye’de olan tam da budur. Sosyalizm, egemen ulus sosyalistlerinin,
egemen ulus konumunu gizlemenin, ezilen ulusun mücadelesine destek vermekten
kaçmanın örtüsüdür. Birileri ne kadar sosyalizm diyorsa o kadar egemen ulus
konumunu problem etmekten kaçıyor demektir. Yani egemen ulus sosyalistleri,
dogmatik de olsa sosyalist olmaktan da çıkmışlar, egemen ulusun egemenliğinin
korunmasının araçları haline dönmüşlerdir. Ve Egemen ulus sosyalistlerinin
yüzde doksanı da bu durumdadır. Bu durumda, sizin, ezilen ulusu destekleyen
egemen ulustan bir sosyalist olarak söyleyecekleriniz, bu sosyalizmi egemen
ulus konumun gizlemenin aracı olarak kullananlar karşısında, sosyalizm maskeli
milliyetçi “Müslümanların” mahallesinde salyangoz satmak olmaktadır.
Geriye çok az da olsa, yine de birazcık, ezilen ulusu destekleyen
sosyalistler kalır. Ama bunlar da hala, eski dünyanın varsayımları ve
kavramlarıyla bunu yaparlar. Aslında eğer olgulara gözlerini kapamasalar ya da
çıkarsamalarını mantık sonuçlarına götürseler, o hareketi desteklemeyecek
olanlardır. Bu çelişkilerden söz edip, onlarla farkınızı koyduğunuzda, bu sefer
ezilen ulusu destekleyen sosyalistlerin Müslüman mahallesinde salyangoz satar duruma
düşersiniz.
Bu kadar olsa gene iyi, sorunun bir de ezilen ulus tarafı vardır. Eskiden,
ABD ve Avrupa ile Türkiye’nin oligarşisi Kürtlere karşı iş birliği içindeyken,
Alman silah bağışları ve Amerikan tekniği ile Kürt hareketi ezilirken, iyi
kötü, az kalmış destekçilerden biri olarak insan Kürtler arasında yine de belli
bir kabul görürdü. Ama şimdi, bir yanda Avrupa Birliği kriterleri aracılığıyla
ulusal baskının hafiflemesi yolları açılmışken veya ABD’nin desteği ile belli
kazanımlar sağlamak mümkün görülüyorken, artık bir destek değil, kendisinden
bir an önce kurtulunması gereken bir yük olarak görülmeye başlanmışsınızdır.
Yani desteklediğiniz ezilen ulusun giderek artan bir bölümü de bu destekten
rahatsızdır artık. Yani sevdiğinizin gönlü başkasındadır ve kendisini artık
rahatsız etmemenizi istemektedir.
Ama sadece bu kadar da değil. Eşeğini dövmeyen semerini döver derler. Biraz
da semerlik yapmanız gerekir. Kürt ulusal hareketine egemen olan özgürlük
hareketi, bütün bu baskılara rağmen iyi kötü hem toplumsal konumu, hem eski
geleneklerinin etkisiyle bu eğilimlere direnir, ezenin ezilenlerini kazanma
stratejisini izler. Bu stratejiden rahatsız olan milliyetçiler ve burjuvalar,
bunu açıktan söyleyecek cesaret ve güce henüz sahip olmadıklarından, doğrudan
özgürlük hareketine saldıracak yerde, onun egemen ulustan destekçisi
sosyalistlere saldırmayı hem ideolojik hem de programatik ve stratejik
çıkarları bakımından eşi bulunmaz bir durum olarak görürler. Doğrusu kendi
açılarından son derece akıllıca da davranmış olurlar. Böylece bir taşta iki kuş
vururlar. Bir yanda siz egemen ulustan olduğunuz için, egemen ulusun
ezilenlerini kazanma stratejisine karşı dolaylı bir eleştiridir; diğer yanda
sosyalist olduğunuz için sosyalizm idealine karşı bir eleştiridir. Yani Kürt
ulusal hareketi içindeki Kürt burjuvazisi, Kürt hareketi içinde kendisine karşı
mücadele ettiği, devrimci demokrasiye karşı mücadelesini de sizin sırtınızda
yürütür. Yani sadece bir yük değilsinizdir, dövülecek iyi bir semersinizdir.
Bu kadar olsa yine iyi. Bütün bunları söyleyemezsiniz de. İki nedenle.
Birincisi, görevinizin, esas olarak “kendi” ulusunuzun milliyetçiliği ile
mücadele olduğunu düşünürsünüz. Bu nedenle, ezilen ulusun saflarından
yapılanları duymazdan, anlamazdan gelirsiniz. Egemen ulustansınızdır. Bunun
nasıl içe işlediğini, egemen ulus konumunun en keşfi zor biçimlerde
savunulabileceğini bildiğinizden, “insanım
çiğ süt emmişim, sosyalizm beni egemen olmanın imtiyazlarından azade kılmaz;
belki bu imtiyazları en ince biçimde savunmanın aracı olabilir” diye
düşünür kendinize karşı son derece kuşkucu yaklaşırsınız.
Bütün bunlar olmasa bile, haklı ve doğru olsanız bile, ezilen bir ulus
dediklerinizi egemen ulustan olanın yukarıdan akıl vermesi olarak görebilir. Bu
psikolojik boyutu da hesaplarsınız. Dilinizi tutarsınız.
Bütün bu zorluklar, aslında hem dünyada eşitlikçi bir toplum özleminin, hem
de Kürt ulusal hareketinin demokratik özlemlerinin zorluklarının, yani nesnel
eğilimlerin yarattığı nesnel zorlukların, egemen ulustan bir sosyalistin öznel
zorlukları gibi yansımasıdır. Yukarıda sıralanan öznel gibi görünen zorluklar,
nesnel zorlukların öznel bir görünüşünden başka bir şey değildir. Ama bu öznel
görünüş, küçücük bir noktada olağanüstü yoğunlaşmış bir görünüş.
30 Temmuz 2003 Çarşamba
Demir Küçükaydın
[i]
Çünkü ne olurlarsa olsunlar Türk olmanın imtiyazını yaşarlar. Tıpkı ırkçı bir
ülkedeki beyaz gibidirler. O beyaz Komünist olsun, en hızlı Anarşist veya Feminist
olsun, nasıl egemen ırktan olmanın imtiyazını yaşarsa, derisinin renginden
dolayı değil, fikirlerinden dolayı bir baskıya uğrarsa, aynı şekilde Türkler de
her durumda bu imtiyazı yaşarlar.
Bundan kurtulmak çok zordur. Türk olmamak, yani imtiyazları
yaşamamak için tek yol, ırkçı bir ülkedeki beyazın, ameliyat görünüşünü siyaha
çevirmesi kadar zor ve olanaksızdır. Milliyetçilikte, bir ulusta o devlete
vergi vermemek, kanunlarını tanımamaktır, askere gitmemektir, okulunda
okumamaktır vs., vs.. Bu ise fiilen olanaksız bir durumdur. Bunları yaptığınız
sürece İslam'ın bütün şartlarını yerine getirip de ben Müslüman değilim diyen
birinin durumunda olmaktan kurtulamazsınız. İslam bu zorluğu bildiği için
“Takiye” (sosyalist terminolojiyle legaliteden yararlanma, “Legaliteyi
istismar”) diye bir taktik geliştirmek zoruna kalmıştır doğuşunda.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder