17 Haziran 2012 Pazar

Kılıçdaroğlu ve Erdoğan buluşması ve Leyla Zana’nın Açıklamalarının Politik Anlamı?


Dünyadaki gelişmeleri anlamak, olaylar mahşerinde yolunuzu yitirmek istemiyorsanız her şeyden önce uluslara karşı (Dikkat edilsin “milliyetçilere karşı” demiyoruz, uluslara yani milletlere karşı diyoruz. Ve de Enternasyonalist de demiyoruz. Çünkü Enternasyonalizm de bir Milliyetçiliktir.) bir programınız ve duruşunuz olması gerekir.
Böyle bir program ve duruş olmadan ne bugünkü Dünya krizini ne de örneğin son Avrupa krizini anlayamazsınız ve somut bir programınız olamaz. Şu veya bu politikanın peşinde oradan oraya savrulur bel kemiğinizi kırarsınız veya bel kemiğinden yoksun bir politika yaparsınız.
Aynı ilişki Türkiye için de şöyle formüle edilebilir. Türkiye’deki gelişmeleri anlamak; olaylar mahşerinde yolunuzu yitirmek istemiyorsanız, her şeyden önce Gerici ulusçuluğa ve ulusa karşı demokratik ulusçu ve demokratik ulusu savunan bir duruşunuz ve programınız olması gerekir.

Peki, nedir demokratik ulus ve gerici ulus arasındaki fark. Demokratik ulus (Dolayısıyla demokratik ulusçuluk) ulusu her hangi bir dil, din, etni, soy, sop, ırk, kültür vs. ile tanımlamayı reddeder ve ulusu böyle tanımlamaya karşı tanımlar. Gerici ulus (Dolayısıyla gerici ulusçuluk) ulusu Kürtlükle, Türklükle, Araplıkla, Müslümanlıkla, Hıristiyanlıkla vs. tanımlayan ulustur ve ulusçuluktur.
Gerici ulusçuluk “ulusların kendi kaderini tayın hakkı”nı savunur. Demokratik ulusçuluk, ulusu bir dille, dinle, soyla sopla, tanıma hakkını savunmaz ve böyle tanımlamaya karşı mücadele eder. Ama demokratik ulusçuluğa dayandığı takdirde bir köyün bile ayrılma hakkını, yani gerçek “Demokratik özerkliği” savunur.
Gerici ulusçuluğa göre, başka ulusları ezen bir ulus özgür olamaz. Demokratik ulusçuluğa göre ise, ulusu dille, dinle, soyla, ırkla, kültürle tanımlayan ulusları ve ulusçulukları ezen bir ulus özgür olabilir.
Gerici ulusçuluk “Kürt Sorunu”ndan söz eder; Demokratik Ulusçuluk Türk Sorunu’ndan.
Gerici Ulusçuluk, ulusun Türklükle tanımlanmış olmasında bir sorun görmez; Kürtlüğün tanınmamasında görür. Demokratik ulusçuluk, sorunu ulusun Türklükle tanımlanmasında görür.
Böyle Demokratik Ulusçuluğa dayanan bir duruş ve programı olmayan, ne kadar iyi niyetli olursa olsun, olaylar mahşerinde egemen sınıfların yedeğine düşmekten; bir oraya bir buraya savrulmaktan ve sonunda bel kemiksiz bir politikanın savunucusu olmaktan kurtulmaz.
Bunu son günlerin iki somut gelişmesinde görelim. Biri Kılıçdaroğlu ve Erdoğan Buluşması. Diğeri yine buna bağlı sayılabilecek Leyla Zana’nın Hürriyet tarafından öne çıkarılmış Tayip Erdoğan’a ilişkin sözleri ve çıkışı.
*
Önce birincisiyle ilgili kısa bir anekdot. Geçen hafta Frankfurt’ta Sınıf Teorisi dergisinin tertiplediği Marksizmin Güncelliği konulu Sempozyuma tartışmacı olarak gitmiştik.
Erdoğan Aydın da oradaydı. Zamanın dolmasını beklerken Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan ile görüşmesi hakkında konuşmaya başladık. Erdoğan Aydın bu buluşmanın kendisini olumlu buluyor ve olumlu gelişmelere yol açabileceği umudu besliyordu. Biz ise aksini savunduk ve özetle şöyle dedik.
“Aslında Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesi AKP’ye güç vermiş ve CHP onun yedeğine düşmüş durumdadır. Bu da beklenilmeyecek bir durum değildir. Bunların ikisi de, “Kürt Sorunu”nun “Bireysel haklar” ile çözüleceğini düşünmektedirler. Bu demokratikleşme getirmez. Ulusun Türklükle tanımlanmasını, bu gerici ulusçuluğu ortadan kaldırmaz.
Ayrıca burada bu bireysel haklar, şimdi somut politik mücadele içinde, Kürt Özgürlük Hareketinin radikal ve demokrat kanadını, Yani Öcalan’ın temsil ettiği çizgiyi tecride ve tasfiyeye yöneliktir. Bir yandan bireysel haklar çerçevesinde kabul edilebilecek bir takım düzenlemeler, diğer yandan radikal demokratik Kürt hareketine karşı askeri, hukuki, politik ve diplomatik operasyonlar. Böylece ot ve sopa ile Kürt kitleleri Özgürlük hareketinden uzaklaştırılmak istenmektedir.
İşin kötüsü, şu ana kadar bu politika ve stratejiye karşı bir kaşı strateji ve politika da geliştirilebilmiş değildir. Bereket ki, Hükümet Roboski olayıyla ve de kısmen de MİT-Emniyet çekişmesiyle (Kürt sorununa devletin Stratejik ve politik bir paradigmadan bakışı ile hukuki ve polisiye paradigmadan bakış farkı ve çekişmesi olarak da tanımlanabilir bu gerilim.) peş peşe kendi açısından aptalca işler yapmıştır da hareketi içinde bulunduğu acıklı durumdan biraz kurtarmıştır. (Eğer bu yanlışlar olmasaydı, durum şimdi olduğundan çok daha kötü olurdu. Ama bu bir yandan da kötü olmuştur ve bu programsızlık ve stratejisizliğin yol açtığı zaafların görülmesini engellemiştir. İlerde görüldüğünde ise çok geç olabilir.)
Öcalan’ın çizgisinin gerilemesi, güçten düşmesi ve tecrit olması demek, bu tavizleri vermeye yol açan gücün yok olması demektir ki bu otomatikman o tavizlerin de verilmemesine ve sürüncemede bırakılmasına yol açar. Yani o bireysel haklar bile olmaz. Reformlar devrimci mücadelenin yan ürünleridir. Olaylara bakalım ne zaman “Kürt Açılımları” çıktı?
İlki 1980’lerin sonu ve 90’ların başında Kürt Hareketi yükselişteydi, o zaman uzlaşma arayan sesler (Özal, Bitlis vs.) daha güçlü çıkıyordu. Ne zaman Küt hareketi peşpeşe mevziler kaybetmeye başladı, özel savaş rejimi oturdu. O zaman uzlaşmadan açılımdan kimse söz etmez oldu.
İkincisi de, 2000’lerir sonuna doğru, Zap’ta zaplandılar, Dağlıca’da dağlandılar (yani Kürt özgürlük hareketi askeri başarılar elde etti) bunlara seçim başarıları da eklenince “Kürt Açılımları” başladı.
PKK’yı, Öcalan’ı, yani Özgürlük hareketini zayıflatan veya zayıflatmaya yönelik hiçbir politika sorunun çözümünü ve demokratikleşmeyi getirmez, getiremez. Şu an Kürt hareketi kötü ve zayıf durumda olduğu için; CHP, AKP’nin politikasına fiilen destek verdiği için, bir demokratikleşme ve çözüm yolunda yol alınamaz. Aynı şekilde AKP aynı zamanda son zamanlarda Kürt gerici milliyetçileriyle, yani Barzanicilerle ittifak halindedir ve Kürt hareketi içindeki PKK ve Öcalan’ın temsil ettiği radikal demokratik kanat ciddi bir tecrit içindedir. İşin kötüsü daha fazla tecrit olmaktan korktukları için, kendi ayaklarına kurşun sıkıp bunlara karşı ideolojik mücadele de yürütmemektedirler. Durum biraz Osmanların koptuğu döneme benzemektedir. Kürt hareketi içinde tıpkı o zaman olduğu gibi, Barzani’ye doğru bir kayma ve Öcalan’ı bir satma vardır. Bütün bunlar çok kötü ve olumsuz gelişmelerdir.
Şu anki durumda AKP, CHP’nin de desteğiyle Türklerin yüzde sekseninin; Barzani’nin desteğiyle de Kürtlerin büyük bir bölümünün desteğini almış bulunuyor. Bu çok tehlikeli bir durumdur. Buradan çözüm ve demokratikleşme çıkmaz.
Bu gidişi ancak ve ancak Türkler içinden çıkacak bir radikal demokratik hareket durdurup Kürt hareketi içindeki radikal demokratik kanada bir destek sunabilir. Ama Türk sosyalistlerinin kendileri de birer gerici milliyetçidirler.
O halde, bu gidişi durduracak, gerici milliyetçiliğe karşı demokratik bir milliyetçiliği gündeme getirecek; Türk sorununu gündemleştirecek bir ilk itilimi belki Ertuğrul Kürkçü ve Sırrı Süreyya gibi isimler başlatabilir. Ama onlar da bağımsız radikal demokrat bir politik hattı oluşturup savunmaktan ziyade Kürt hareketine destek çerçevesinde kalıyorlar. Bu kadar mütevazı olmamaları gerekir. Tarih onlardan daha büyük sorumluluk ve uzak görüşlülük bekliyor. Bizim demokratik bir ulus ve ulusçuluk için çırpınmalarımız ise bu gerici milliyetçiliğin kuşatması altında hiçbir zaman gündemleşemiyor. Buna onların sahip çıkıp savunması ve gündemleştirmesi gerekir. Yarın öbür gün, bilmiyorduk diyemezler. Bir fikir bir kişi tarafından söylenmiş bile olsa söylenmiş olur ve o andan itibaren onun karşısında hangi tarafta olduğunuz sorun olur. Bu arkadaşlar yıllardır savunduğumuz bu program yokmuş gibi yaparak, gündeme getirmek için çabalamayarak gerici milliyetçiliğe fiilen destek verir duruma düşmektedirler. Kendi öznel niyetleri bunu değiştirmez. ”
Bu sözlerimiz yıllardır yazıp savunduklarımızdı. Araya başka konular girince konuşma yarım kaldı. Ama çok açıktı ki, liberaller ve ulusalcılar çok uzun zamandır diğer konulardaki çekişmeleri bir kenara atıp, aynı yerde buluşmuşlar bu buluşmadan beklentiler içindeydiler.
Erdoğan Aydın’da dile gelen çizgi aslında çok yaygın bir eğilimdir ve bütün basında görülebilir. Bunların hepsi pozitivisttir. Hep “bu kadarcığı olsun bari” hesabı içindedirler. Sadece Kürt Özgürlük hareketinin radikal kanadının etkisi ve gücünü koruması ve arttırması gibi bir dertleri yok değildir; aynı zamanda onun varlığı, gücü ve etkisi de onları ciddi biçimde rahatsız eder. Dün en Kürt düşman, sol çizgilerin yayınlarında bol gösterenler bugün güçlenince onun yanına gelir ve şimdi örneğin CHP-AKP yakınlaşması gibi değişimlerde yine eski pozisyonlarına geçerler. Bunlar genellikle “her devrin adamı”dırlar. Özel savaş yıllarında Cumhuriyet sayfalarında, son yıllarda Kürtlere yakın yerlerde. Yakında bu Kürtlere yakın yerler Özgürlük hareketine yakın yerler değil; Barzani’ye, ilkel milliyetçiliğe yakın yerlere geçiş olacaktır. Aslında bu pozisyon fiilen bundan başka bir anlama da gelmez.
Gelelim Leyla Zana’nın açıklamasına, bu açıklama bizim için hiçbir sürpriz olmadığı gibi bu tür bir kırılmayı bekliyorduk. Çevremizde sürekli olarak müthiş bir savrulma yaşandığından; Öcalan’ın en Öcalancı bilinenlerce bile artık bir yük gibi görüldüğünden; ama bunun açıkça ifade dilmediğinden; kimi davranışlar, güdük fiiller, dil sürçmeleri biçiminde yansıdığından söz ediyorduk. Örneğin en radikal kanatta görülen, kimi önde gelen politikacıların ve vekillerin davranışlarından bile çıkarıyorduk bu sonucu. Bir zamanlar parlayan gözlerle bizi selamlamak için bakanlar; şimdi gözlerinin önünde bile dururken sanki saydam bir varlıkmışız gibi bizi görmeden uzak boşluklara bakıyorlardı.
Leyla Zana’nın açıklaması karşısında bir yandan şaşıranlar var. Aşağı yukarı söyle düşünüyorlar: Bunca yıl mücadele etmiş ve bedel ödemiş bir isim nasıl olur da Milliyetçi, egemen sınıflardan yana bir isim olan Tayip Erdoğan’a Kürt sorununu çözme misyonu yükleyebilir?
Bu bayan ve bayların anlamadığı şudur: Kürt hareketinde iki kanat ve bu kanatlar arasında aynı zamanda bir sınıf mücadelesi vardır. Elbet, her Kürt, Kürt olduğu için ezilir. Ama farklı sınıfların ezilişleri ve buna karşı mücadeleleri ve hedefleri de farklıdır. Bir Radikal demokratın görevi ister burjuva, ister gerici olsun, tüm Kürtler üzerindeki ezilmeyi kaldırmak için mücadele etmektir. Bunun da tek yolu vardır. Politik olanın, yani devletin, yani ulusun Türklükle tanımlanmasına karşı mücadele. Kürtlüğün de tanınması için değil; Türklüğün de tanınmaması için mücadele. Böyle bir programı, bu kadar net ifade edip savunuyor olmasa da, Öcalan’ın temsil ettiği “Demokratik Milliyetçi” veya “Radikal demokrat” kanat savunmaya hazırdır ve böyle bir programı savunan bir muhatabın eksikliği içinde bunalmaktadır.
Ama Kürt Hareketi içindeki diğer burjuva veya Barzanici kanat bu programa karşıdır. Bunda ölümü görür. Ancak Türkiye’deki mücadelede, bir kere hareketin öncülüğünü ve liderliğini Radikal demokratik kanada kaptırmış bulunduğundan buna açıktan karşı çıkamaz, içinde gibi görünüp, sabotajdan saptırmaya kadar bin bir yolla etkisini arttırmaya çalışır.
Bunlar aslında sırf radikal demokrat kanadın etkisi ve programına karşı mücadele edebilmek için de bireysel haklar düzeyinde bir “çözümden” yanadırlar. Ama kendileri aslında sadece Kürtlükle tanımlanmış, Türk devletinin aynadaki aksi bir devletin rüyasından başka bir şey görmezler ve kendilerini bu devletin memurları, elçileri, konsolosları olarak gören hayaller bunların en büyük motivasyon kaynağı olmakla birlikte, kısa vadede, hem Öcalan’ın çizgisini tecrit etmek ve etkisini silmek için; hem de bağımsız bir Kürt devleti yolunda şimdilik geçici bir aşama olarak gördükleri için AKP’nin, liberallerin hatta şimdi CHP’nin çizgisinde olduğu gibi ulusalcıların desteği olmaya gönüllüdürler.
Bunlara göre, Öcalan’ın Demokratik bir Cumhuriyet ve Ortadoğu programları ya saçma ütopyalardır ya da Türk devletini kandırmak için söylenmiş taktik formülasyonlardır. Hep böyle yorumlar ve tanımlarlar Öcalan’ı.
Peki, samimi Öcalancılar he yapıyorlar? Bunların gücünü ve etkisini bildiklerinden, bunlarla açıktan bir ideolojik mücadeleye girmezler. Politik bir ittifakın ancak farklı bir programın açıkça savunularak; çarpıtmalara karşı ideolojik mücadele ile birlikte olduğunda bir anlamı olacağını görmek istemezler. Ve kendilerini kandırırlar. Ve en beklemedikleri anlarda, Osman Öcalan’lar; Leyla Zana’lar böyle çıkışlar yaptıklarında artık çok gecikmiş olarak tepkiler gösterirler.
Leyla Zana’nın politik olarak bir Barzanici olduğu sır değildir. Leyla Zana Kürt hareketi için bir semboldür. Zaten bir sembol olduğu için; çektiklerinin bir diyeti olarak bir milletvekili yapılmıştır. Bir jesttir aslında vekilliği. Sadece o kadar.
Politik ve ideolojik olarak Öcalan’ı ne hazm ne de temsil edecek durumda değildir. Bugünkü Leyla Zana konuştuğunda onun çok geri bir bakışla konuştuğunu herkes görebilir. O eski kuşaktandır. Bir Demirtaş, bir Kışanak, bir Ayna gibilerin yanında bu özelliği çok açık görülür.
Burjuvazi ve Avrupalı ülkeler onun bu özelliğini bildiklerinden zaman zaman onu Apo’ya karşı bir alternatif olarak çıkarma; bu yönde cesaretlendirme girişimleri içinde olmuşlardır ve Zana da bu gibi desteklere her zaman umut verici davranışlar göstermiş ancak gördüğü tepkiler sonucu bir kenara çekilip sembolik konumuna dönmüştür.
Ancak seçimlerden beri, AKP’nin Barzani ve Amerika ile birlikte Öcalan’ın çizgisine karşı yürüttüğü tecrit ve imha çizgisi epey yol kat ettiğinden, şimdi yine aynı desteklerle böyle çıkışlar yapabilecek konumda hissetmiştir kendisini. Böylece Erdoğan’ın Öcalan’ın çizgisini tecrit ve imha politikası ve stratejisi, CHP’nin yani sıra şimdi şimdiye kadar Kürt özgürlük hareketine karşı açıktan cephe almayan, ayrı bir politik profille çıkmayan Erdoğan’ın Kürt hareketi içindeki müttefiklerini, yani Barzanicileri, yani Öcalan’ın “ilkel milliyetçi” dediklerinin de açıktan desteğini almış bulunuyor.
Birdenbire Zana’nın ne kadar sevimli, akıllı olduğunu keşfediverdi liberaller ve ulusalcılar.
Hasılı Zana’nın çıkışı Zana’nın çıkışı değil, gerici milliyetçiliğin; Barzanicilerin; Erdoğan’ın stratejisinin Kürt hareketi içindeki iş birlikçilerinin çıkışıdır.
Buradan hiçbir demokratikleşme çıkmaz. Hiçbir çözüm çıkmaz.
Çıkacak çözümler ise sadece kan ve gözyaşı getirir.
Ancak Öcalan’ın çizgisi güçlendiğinde; askeri, politik, stratejik, taktik, diplomatik, örgütsel başarılar kazandığında demokratik bir çözüm yolunda küçük de olsa adımlar atılabilir.
Her kim ki bu basit gerçeği unutur, kafasını tekrar tekrar duvarlara çarpmak; politikan dönüşleri içinde omurgasız bir yaratığa dönüşmek zorundadır.
*
Şunu görelim. Kürt Özgürlük hareketinin radikal demokratik kanadı bugün çok ciddi bir tehdit altındadır ve tecrit olmuş durumdadır. Bu durumdan nasıl çıkılıp, politik inisiyatifin nasıl kazanılacağıdır sorun.
Elbette tüm güçler arasındaki çelişkilerinden yararlanılır. Bu işin alfabesi.
Ama bunlar stratejik bir bakış ve yenilikle birleştirilemezse yıpranma ve yıkım kaçınılmaz olur. Bunun için Kürt Özgürlük hareketi, açıkça, şimdiye kadar statü veya kolektif tanıma stratejisinden ve programından gerçekten demokratik olan, Türklüğün tanınmaması; ulusun hiçbir dil, din, etni, soy, ırk, kültür, din ile tanımaması stratejisine geçmelidir.
Bu konuda yıllardır yazıyoruz; programlar öneriyoruz. Çatı Partisi Girişiminden, Demokrasi İçin Birlik Hareketi’ne oradan Halkların Demokratik Kongresi’ne kadar defalarca önermemize rağmen bu programı, bir kere bile olsun gündeme bile aldıramadık. Gerici milliyetçiler engelledi. Özgürlük Hareketi ne yapıp edip bu programı gündemleştirmeli ve bu programın yanında ağırlığını koymalıdır.
Kimse unutmamalı, Öcalan’ın Kürt hareketi içinde savunduğu programın benzerini Türk solunda sadece bu satırların yazarı savunmaktadır. Bu Demokratik Milliyetçi bir programdır. Bunun karşısında bütün Türk sosyalistleri gerici milliyetçidir ve gerici milliyetçi, ulusu Kürtlükle, Türklükle tanımlayan bir programı savunmaktadırlar. Bunlara karşı açıktan, net bir politik, ideolojik mücadele verilmeden bir adım atılamaz. Bunun tek yolu da bu karşı programı gündemleştirmektir. Stratejik ve programatik bir sorun Türk Sosyalistleriyle, onların geri yanlarını okşayan; onlarla mücadele etmeyen taktik ittifaklarla çözülemez. HDK’nın fiili durumu budur. Çözümün değil sorunun parçasıdır şu an HDK.
Bu programatik ve stratejik yönelişin yanı sıra Kürt özgürlük hareketi, ortaya somut bir acil barış planı koymalıdır. Somut olarak şunu önermelidir: Bütün anti demokratik, özgürlükleri kısıtlayıcı tüm yasaların bir tek yasa maddesiyle iptali ve fikir ve örgütlenme için sınırsız özgürlük. Çok net ifadelerle hiçbir yere çekiştirilemeyecek kesin fikir, gösteri, ve örgütlenme özgürlükleri. Tüm özel mahkemelerin kaldırılması.
Bunu ateşkes ve silahlı güçlerin Türkiye Toprakları dışına çıkarılması için biricik koşul olarak koymalıdır. Bunu ayrıca yeni anayasanın da koşulu olarak koymalıdır. Tüm özgürlüklerin olmadığı yerde nasıl özgürce farklı görüşler savunulup toplumun çoğunluğu kazanılabilir ki?
Bu özgürlükler ortamında ancak özgürce bir anayasa hazırlanabilir. Böylece yeni ve özgür bir anayasa hazırlama da, silahların susması da özgürlüklerin sınırsızlığına bağlanır.
Silahını susturmuş ve Türkiye toprakları dışına çıkmış Gerilla’nın silahları teslim etmesi ise, tam bir özgürlük ortamında, her türlü fikrin özgürce ifade edildiği ve örgütlendiği bir ortamda yeni Anayasa’ya ve bu Anayasa’nın özgürlükleri garanti etmesine bağlanır.
Böylece Gerilla özgürlüklerin sağlayıcısı ve bekçisi işlevi kazanır. Kürt ulusunun gerillası olmaktan çıkar; demokratik hareketin ulusun gerillası olur.
Bu iki yeni politik hat bir süre sonra AKP’yi tecrit edip, Radikal demokratik güçlerin yeniden politik inisiyatifi ele geçirmesini sağlayabilir.
Öcalan ortada yok diye beklemenin anlamı yok.
Böyle bir stratejik geri çekiliş yapıldığında, bu Öcalan’ı da tecritten kurtarır.
 Demir Küçükaydın
17 Haziran 2012 Pazar


Hiç yorum yok: